1 Eylül 2011 Perşembe

Mahşerin Dört Atlısı (Said Nursi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Suavi)

Mahşerin Dört Atlısı (Said Nursi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Suavi)



Mahşerin Dört Atlısı (Said Nursi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Suavi)




SAİD NURSİ'NİN "ÜSTADIM" DEDİĞİ CEMALEDDİN 


AFGANİ 33. DERECEDEN BİR MASONDU...

 

1996 veya 97’de Aksaray Akgün Otel’de Risale-i Nur toplantısı 

yapılmıştı. Galiba Filistin’den gelen hatipdi; konuşması içinde 

“Said Nursi, üstadlarım Cemaleddin Efgani, Muhammed 

Abduh, Ali Süavi diyor” dedi. Konuşmaları anında tercüme 

eden Suat Yıldırım Hoca, hatibin bu cümlesini tercüme 

etmedi. Arkasından, Suriyeli Ramazan el Buti konuştu. İşe 

bakın ki, bir önceki hatibin söylediğini o da söylemesin mi… 

Suat Hocamız, Buti’nin o cümlesini de es geçti. Bendeniz, 

tercümede bazı yerleri niçin atladığını yazıp kâğıdı masaya 

bıraktım. Suat Hocamız cevap vermek mecburiyetinde kaldı ve 

“Efendim biz polemik olmasını istemiyoruz” dedi. Hoca 

kendine göre bu iki ismi yani Abduh ve Cemaleddin Afgani’yi 

Said Nursi’nin üstadı olarak göstermek istemiyordu. İyi de, 

Said Nursi kendisi bu isimleri vermekten çekinmemişse bize 

ne oluyor!..

 

16 Mart 2006 Perşembe
 

(Ali Eren, Vakit)

 

Cennet Mekan Sultan Abdülhamit Han, Cemaleddin Afgani 

için hatıratında şöyle demiştir.
 

"Bir de ortaya Cemaleddin Afgani adında bir şartlatan çıktı. 

Araştırdım ingilizlerin adamıydı"


Peki Cemaleddin Afgani kimdi? Bunu 50 yıldır kalemi ile 


İslama hizmet eden değerli gazeteci-yazar Mehmet Şevket 

Eygi'den okuyalım;



----

Camaleddin Afgani'nin iç yüzü

Gençliğimde Cemalüddin Afganî’yi beğenirdim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyken, Ankara’daki Afganistan elçiliğine mektup yazmış, Afganî hakkında kitap istemiştim. Onlar da, eksik olmasınlar Afganistan’dan birkaç kitap getirtmişler, bendenize hediye etmişlerdi.

Sonra Afganî hakkında malumatım çoğaldı, bende tereddütler başladı. Bir müddet sonra da onu terk ettim. Artık yıllardan beri Afganî’ye karşıyım.

Onun bütün ansiklopedilerde yer alan ünlü bir şahsiyet olduğunu biliyorum ama kesinlikle onu bir İslâm önderi, bir uyanış lideri olarak kabul etmiyorum.

Taqiyye yaparak Şiîliğini gizleyip kendisini Sünnî olarak göstermesini doğru bulmuyorum.Sünnîler Müslüman değil mi? Din kardeşi değil mi? Onları kandırmak elbette doğru olmaz.

İran’ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde yine taqiyye yaparak kendisini Afgan gibi göstermiştir. Bu da bir aldatma değil midir? Müslüman, Müslümanları aldatır mı?

Kaynaklar onun Mısır’da, “Kainat’ın Yüce Mimarına” inanan İngiliz mason locasına girdiğini ve sonra buradan atıldığını bildiriyor. Sebep: Hiç inancı olmaması imiş!..

İslâm dünyasının bugünkü kaosunda, kargaşa ve anarşisinde Afganî’nin büyük miktarda tuzu biberi vardır.Klasik geleneksel Ehl-i Sünnet Müslümanlığına karşı, ictihadın yaygın hale gelmesini, herkesi ictihad yapması tezini ortaya atmıştır.

Afganî, Sultan Abdülaziz zamanında İstanbul’a gelmiş, Darülfünun’da (Üniversitenin eski adı) bir konferans vermişti. Peygamberliği, çalışarak elde edilebilecek bir sanat olarak gösterdiği için de Osmanlı ulemâsının haklı ve yakıcı yıldırımlarını üzerine çekmişti. Osmanlı Devlet-i Aliyyesinin Şeyhülislâm’ı Hasan Fehmi efendi onu tekfir etmişti(kafirdir fetvası vermişti). Dersiam vekili Halil Fevzi efendi ise Afganî’ye karşı “es-Süyûfü’l-Kavati” isminde bir reddiye yazarak yanlış fikir, görüş ve iddialarını çürütmüştü. Bu konferans, Darülfünun’un kapatılma sebeplerinden biri olmuştur.

Afganî’nin İslâm düşmanı Ernest Renan’a reddiye yazdığı söylenir durur. Reddiye yazmamıştır, adeta onu doğrulamşıtır.
Kahire’de kaldığı yıllarda bir Müslüman mahallesinde oturmamış, Yahudi mahallesinde oturmuştur.

Uyanık ve şefkatli padişah İkinci Sultan Abdülhamid Hân hazretleri Afganî’nin menfi(olumsuz) bir şahsiyet olduğunu anlamış ve kendisine Teşvikiye’de bir konak vermiş, orada ev hapsinde (ama altın kafes içinde) yaşatarak mazarratına, fitne ve fesadına sed çekmiştir.

Bugün elimizde, Afganî’yi mahkum etmeye yetecek miktarda kitap, ilmî makale, belge, sağlam bilgi bulunmaktadır. Bunların sentezinin yapılması, ortaya ciddî, âdil, tutarlı bir dosya konması gerekmektedir. Afganî hakkında kesin gerçekler şunlardır:
1. Sünnî değildir, Şiî kökenlidir.Şiîliği de sosyolojik Şiîliktir.
2. Afgan değildir, İranlıdır.
3. Ateist olduğuna dair iddialar, karineler, büyük şüpheler vardır.
4. Ehl-i Sünneti ve Cemaati temellerinden dinamitleyen fikirler, tezler, görüşler ortaya atmıştır.
5. Yeterli ilmi, ehliyeti, icazeti olmayanların ictihad yapmalarını, ictihadın yaygın hale gelmesini teşvik etmiştir.
6. İslâm dünyasında terörizmi, siyasî cinayetleri teşvik etmiştir. Nasirüddin Şah’ı Afganî’nin bir hayranı ve müridi katl etmiştir.
7. İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak meşrû Halife Sultan Abdülhamid’i tahtından indirme planları yapmıştır.

Bütün Ehl-i Sünnet ulemâsı, fukahası ona karşıdır.
Büyük fakih, büyük alim Yusuf İsmail en-Nebhanî onu yermiştir.
Keşif ve keramet sahibi mürşid-i kâmiller onun bozuk ve zararlı taraflarını Müslümanlara bildirmişlerdir.
Afganî’nin içyüzü hakkında derli toplu bilgi edinmek isteyenler… “Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid’atleri Tenkit,C. 1″ adlı kitaptaki makaleyi okumalıdır. (Bedir Yayınevi, 466 sayfa. 5 TL. Telefon:                         0212/519 36 18       )

Afganî’nin menfi bir şahsiyet olduğuna dair Ehl-i Sünnet camiasında tevâtür derecesinde bir ittifak bulunmaktadır.
Ülkemizde bazı reformcu, kendilerine göre müctehid, yeni bir İslâm türetmeye çalışan; biraz mutezile, biraz Şiî yenilikçiler Afganî’yi göklere çıkartmakta, onu büyük mürşid ve rehber ilan etmektedir. Ona yöneltilen tenkitler için “Afganî’yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar” denildiğini hatırlıyoruz.

Bendeniz sövülsün sayılsın demiyorum. İlmin, sağduyunun, Ehl-i Sünnet İslâmlığının, sahih vesikaların, doğru bilgilerin ışığında Afganî’nin içyüzü açıklansın diyorum.

Afganî efsanesi yıkılmalıdır.
Bu yıkım işi yapılırken haksızlık, adaletsizlik yapılmamalıdır.
Afganî, İslâm dünyasına bir ıslahçı, bir kurtuluş önderi, bir inkılâpçı olarak takdim edilmemelidir.
Bu konuda Müslüman fikir ve kalem erbabı, taharet bezi edebiyatıyla değil, çok ciddî, daha çok sâkin, çok seviyeli ve ilmî seviyede tartışmalıdır.

Onun, Allah’a inanan masonlar tarafından locadan atılması bile aslında yeterli bir delildir.
Gariptir ki, Mısırlı Masonların locadan kaydını sildikleri Afganî için Türk Masonları övgü dolu bir makale yayınlamışlardır.
Bir insanı mahkûm etmek için dosyasını bütünüyle ele almak gerekir. İşte bu yapılmıyor. Afganî hayranları, Afganî taraftarları bir tür avukatlık yapıyor, aleyhindeki iddiaları meskutün anh geçiyor.

Lütfen Afganî’yi âdil bir şekilde ele alalım, inceleyelim…O zaman gerçekler gün gibi ortaya çıkacaktır.
Ehliyetleri olmadığı halde bâtıl ictihadlar yapanlar onu çok seviyor, çok destekliyormuş. Bu çok tabiîdir.
Sünnîlerin bu zatı sevmeleri, desteklemeleri mümkün değildir. Yeterli bilgisi ve sezgisi olanlar ne demek istediğimi iyi anlar.
Afganî, Ehl-i Sünnet Müslümanlarına imam, önder, rehber, kılavuz olacak temiz bir şahsiyet değildir.
Bid’atçiler ve Masonlar onu çok seviyor ve tutuyormuş.Bu bizi bağlamaz.

Mehmet Şevket Eygi

Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası







Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası


Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası


Sözde Din Adamı, ilk Laiklik ve Türkçülük Savunucularından olan Ali Suavi, 39 yaşındayken İngiltere adına Sultan Abdülhamid'e darbe teşebbüsünde iken Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın vurduğu bir sopa darbesi ile katledilmişti...


Osmanlı hafiyeleri derhal evine koşup eşini tutuklamak ve evdeki evraklara el koymak istediyse de, Ali Suavi'nin İn...giliz eşi çoktan evdeki evrakları yakıp Marmara açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisi ile kaçmıştı...


Sorun şu ki; böyle bir Ali Suavi'yi bize kimler "büyük" alim, mütefekkir, aktivist olarak tanıttılar?

Ya da Said Nursi bile neden onu üstad bildi?

***


ÇIRAĞAN VAK'ASI


Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı tahttan indirip, Sultan Beşinci Murad’ı tekrar tahta geçirmek için yapılan baskın.


Sultan Abdülazîz Han zamânında yeni Osmanlılar cemiyetine giren Ali Suâvî, uzun bir müddet yurt dışında kaldı. Sonra memlekete dönüp, Galatasaray Lisesi Müdürlüğüne tâyin edildi. Mîzâc olarak meşhur olmaktan ve büyük mevkılere gelmekten çok hoşlanırdı. Her renge girerek çeşitli vazîfeler almayı denemiş, fakat başarısızlığı sebebiyle her seferinde vazîfesinden atılmıştı. Kendisi gibi, Sultan Abdülhamîd Han zamânında yükselmekten ümidini kesenler, onun etrâfında toplandılar. Düşünceleri; hastalığı sebebiyle tahttan indirilen Sultan Murâd’ı tekrar tahta geçirmekti. Filibeli muhâcirlerden etrâfına topladığı epeyce bir kalabalıkla 19 Mayıs 1878’de Çırağan Sarayına girmeyi başardı. Sultan Murâd bu sarayda olduğu için onu dışarıya çıkarmaya çalıştı. Bu sırada Beşiktaş’ın inzibat işleriyle görevli komutanı Mirliva Hasan Paşa topladığı askerlerle derhâl isyancıların üzerine yürüdü. Hasan Paşa, elindeki bastonu Ali Suâvî’nin başına vurarak onu öldürdü. İki taraf da silah kullanınca kan döküldü.


Silah sesleri Yıldız Sarayından duyulunca Sultan Abdülhamîd Han, Çırağan Sarayına asker sevk etti ve Sultan Murâd’ın kılına dokunulmamasını emretti. Ali Suâvî’nin adamlarından yirmi bir kişi ölüp, on yedi kişi yaralandı. Olay iki saat içerisinde bastırıldı.


Ali Suâvî’nin yalısında bulunan defter ve vesîkalar İngiliz olan hanımı tarafından yakıldığından, cemiyetine, hükûmet adamlarından kimlerin üye olduğu anlaşılamadı. Ancak saldırı sırasında sağ ele geçenler dîvân-ı harbe verilerek muhtelif cezâlara çarptırıldılar.


Basit gibi görünen bu küçük ihtilâl teşebbüsü, haklı olarak Sultan Abdülhamîd’i sıkı emniyet tedbirleri almaya sevk etti. Düşman orduları, sarayından birkaç kilometre mesâfede karargâh kurmuş, mümkün olabildiği derecede ülkesini ve menfaatlerini koruyabilmek ve Ayastefanos Antlaşmasını bozabilmek için diplomatik yolla bütün bir Avrupa’yla mücâdele eden Sultan’ı, bir gazetecinin, tahtından indirip yerine rahatsız olan ağabeyini getirmek istemesi, Abdülhamîd Hanı fevkalâde şaşırttı. Sultan alelâde bir gazetecinin böylesine bir işe cür’et etmesine inanamamıştı. Bu hareketin yurt dışında önemli bir teşkilâtın emri veya muvâfakatiyle yapıldığı tahmin edilmektedir.

Ali Süâvî’nin başarısızlıkla sona eren bu isyânından kısa bir süre sonra, ikinci bir Çırağan hâdisesi daha meydana geldi. Kleanti Skalyeri-Aziz Bey komitesi tarafından, 1878 Temmuzunda Sultan Murad, ikinci defâ Çırağan Sarayından kaçırılmak istendi. Bu komite, Sultan Beşinci Murad’ın hal’inden kısa bir süre sonra kurulmuştu. Komitenin birinci reîsi olan Kleanti Skalyeri, İstanbul’da Prodos mason locasının üstâdı âzamı idi. Üyelerinin büyük bir kısmı Sultan Murad taraftarlarından olup, diğerleri de memur sınıfından idi. İçlerinde yüksek devlet adamı yoktu. Kleanti, velîahdlığı zamânından beri Beşinci Murad’ın dostu idi ve saltanatını temin için bütün gayretiyle çalışıyordu. Komitenin ikinci üyesi Sultan Murad’ın annesinin câriyelerinden Nakşibend Kalfa idi. Masonların îtimâdını kazanan İbrâhim Edhem Paşanın sadrâzamlıktan azl edilmesinden sonra, bu komite kurulmuştu. Nakşibend Kalfa, devlet ileri gelenlerinden bâzılarını komiteye katmak için çalıştı, fakat başarılı olamadı.


Kleanti, Sultan Murad’la Çırağan Sarayında görüştü. Beşinci Murad’ın, durumundan şikâyet ederek milletin kendisini bulunduğu durumdan kurtaracağı günü beklediğini söylemesi üzerine, komite harekete geçti. İstanbul’un çeşitli semtlerinde duvarlara Sultan Murad lehine beyânnâmeler yapıştırıldı. Bir ara bu komite, Sultan İkinci Abdülhamîd’i öldürmek için harekete geçti, fakat gerçekleştiremedi. Şubat 1878’de hazırlanan plâna göre su yollarından Çırağan Sarayına girilerek Sultan Murad, önce komite üyelerinden Aziz Beyin evine getirilecek, oradan da halk ile bîat merâsiminin yapıldığı yerlerden birine gidilerek, ilgili ulemâ ve devlet erkânı da dâvet edilerek Sultan Murad tahta geçirilecekti.


Komite bu plânını gerçekleştirmek için müsâid bir zaman beklerken, Birinci Çırağan Vak’ası meydana geldi. Başarısızlıkla netîcelenen bu vak’a komiteyi yıldıracağı yerde daha da gayrete getirdi. Sultan Murad’ı kaçırmak çârelerini araştırmak için Aziz Beyin evinde çalışmaları hızlandırdılar. Bu sırada, Hacı Hüsnü Bey adında bir âzâ komiteyi ifşâ etti. Komite üyeleri kaçırma hâdisesini hazırladıkları bir toplantı esnâsında iken Aziz Beyin evi zaptiyeler tarafından basıldı. Kleanti, Nakşibend Kalfa ve Ali Şefkati yurt dışına kaçtılar. Kleanti, kaçarken bütün önemli evrakı berâberinde götürdü. Diğer üyeler yakalanarak serasker kapısında müteşekkil dîvân-ı harbe verildiler. Dîvân-ı harbin verdiği karâra göre Kleanti, Aziz Bey, Nakşibend Kalfa ve tabib Âgâh Efendi îdâma mahkum edildiler. Fakat Padişâh tarafından af olunarak cezâları on beş sene kalebentliğe çevrildi. Diğer âzâlar, komite ile irtibâtları ve faaliyetlerine göre sürgün ve hapis cezâlarına çarptırıldılar.


Birinci ve İkinci Çırağan vak’alarında ortak noktalar mevcuttu. İki olay da Sultan Murad’ı tahta geçirmek için düzenlenmiş, ikisi de ulemâ, ordu ve devlet erkânının iştirâki olmadan tertip edilmiştir. Ali Süâvî olayında rol sâhibi olan üç kişi aynı zamanda Kleanti komitesinin üyesidir. Ayrıca Ali Süâvî ve Kleanti masondurlar. Ayrı ayrı görünen bu iki Çırağan hâdisesinin yurt dışında önemli bir teşkîlâtın emri veya muvafakati ile yapıldığı tahmin edilmektedir.

ŞEHİTLERİMİZİN SORUMLUSU TÜRK ORDUSU DEĞİL, ABD İLE İŞBİRLİĞİ YAPAN AKP SİYASETİDİR, İŞTE KANITLARI

ŞEHİTLERİMİZİN SORUMLUSU TÜRK ORDUSU DEĞİL, ABD İLE İŞBİRLİĞİ YAPAN AKP SİYASETİDİR, İŞTE KANITLARI

01 Eylül 2011 Perşembe, 23:23 tarihinde ERDAL SARIZEYBEK tarafından eklendi
TBMM’den Irak’a sınır ötesi harekât tezkeresi geçti… O gün itibariyle teröristlerin konuşlu olduğu yerler Avaşin ve Basyan idi, gerçi bugün de oradalar ya…  Alınan istihbaratlar, teröristlerin sınır boylarındaki karakollara baskın tarzında eylem yapacağını gösteriyordu. İlk hedefte Dağlıca ve Aktütün vardı. İşte resmi, haritası, Dağlıca ve Aktütün’ün yeri ile hainlerin yeri:
Yıl 2007, 21 Ekim… Irak’a harekât tezkeresinin çıkarılışından dört gün sonra, Avaşin ve Basyan’da konuşlu teröristler Dağlıca Piyade Taburumuza saldırdı, 12 şehit, 6 Askerimiz ise hainler tarafından kaçırıldı ve Irak’a götürüldü…
SORU   : Hükümet 17 Ekim tezkeresini neden çıkardı?
CEVAP : Avaşin ve Basyan’daki teröristleri imha etmek için. Yani Hükümet, teröristlerin yerini ve eylem hedeflerini biliyordu…
SORU: Hükümet neden Irak kuzeyindeki terör inlerine harekât yaptırmadı, neden bu yetkiyi ordumuza vermedi?
CEVAP: ABD-Barzani ve Talabani ve de PKK istemediği için…
SORU: Hükümet tezkereyi ordumuza verip harekât yaptırsaydı, Dağlıca Baskını olur muydu?
CEVAP: Hayır…
SORU: O halde Dağlıca şehitlerinin sorumlusu kimdir?
CEVAP: Hükümettir…
SORU: Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Yasası’na göre hükümetin bu eylemi suç mudur?
CEVAP: Suçtur…
Yargılayın o zaman, ey adalet, yargılayın o zaman!
Vatan topraklarımızın Irak kuzeyinde konuşlu PKK denilen karma bir güç tarafından saldırıya uğrarken… Bu karma güç ABD-AB ve İsrail tarafından meydana getirilmişken ve de bu ülkeler Türkiye’ye karşı örtülü bir savaş yapmakta iken… Ülkemizin Başbakan’ı, sahip olduğu milli kuvvetleri kullanmak ve bu saldırılara en ağır cevabı vermek yerine, kalkmış, ne yapacağını sormak için ABD’ye gitmiş, oradan da “PKK müşterek düşman, anlık istihbarat paylaşımı” masalıyla geri dönmüştür…
Yine aynı Başbakan, elinde “halkın iradesi adına Irak’a harekât yetkisine sahip iken”, bu yetkisini kullanmamış ve kaçırılan askerlerimizin peşinden Türk Ordusu’nu göndermemiştir. Kahraman Mehmetçik, yine bu siyasetin desteğiyle başına çuval geçirilmiş olan kahraman Mehmetçik, Irak’a giderek PKK’lı ağabeyleriyle görüşme yapan PKK siyasetçileri tarafından yurdumuza geri getirilmiştir… Bu bir utançtır!
SORU: Hükümetin görevi nedir?
CEVAP: Türk milleti ve yurdunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin hem tarihine sahip çıkmak, hem bugününe, hem de geleceğine sahip çıkarak, Türk yurdu ve Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak, ilelebet yaşatmaktır. İç güvenlikten ve milli güvenlikten doğrudan doğruya hükümet sorumludur.
SORU: Türk Ordusu’nun elini kolunu bağlayarak PKK terör örgütü karşısında savunmasız bırakmak suç mudur?
Ordumuzun bir piyade taburu saldırıya uğradığı anda, halk iradesi adına elinde bulundurduğu yetkiyi kullanmamak ve Irak’a harekât yaptırmamak suç mudur?
Türk yurdunun savunmasını, elindeki milli kuvvetleriyle yapmak yerine, yurdun savunmasını ABD’nin inisiyatifine terk etmek ve ondan aldığı talimatları uygulamak suç mudur?
CEVAP: Suçtur hem de anayasal suç!
Yargılayın o zaman ey adalet, yargılayın o zaman bu AKP siyasetini ve bu siyaseti uygulayanları!
Anlık istihbarat masalıyla ülkemize dönen ülkemiz Başbakanı, 1 Aralık 2007 tarihinden itibaren, ABD’nin sözde istihbaratıyla, Türk Ordusu’na talimat vererek Irak kuzeyini bombalatmaya başlamıştır. Terör sözde bitirilecektir... 1 Mayıs 2008 günü Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar, yukarıda haritada gördüğünüz Basyan terör inlerini bombalar, ABD’nin verdiği istihbaratla. Bir hafta sonra aynı inlerden çıkan hainler Aktütün karakoluna saldırır, 6 şehit… Başbakan Erdoğan Türk Ordusu’nun harekât yapmasına yine izin vermez, vatan toprakları saldırıya uğradığı halde izin vermez!
Irak’a ABD istihbaratıyla bombalama devam eder… Yine aynı inlerden çıkan hainler 3 Ekim 2008’de bir kez daha Aktütün karakoluna saldırır, 17 şehit!
Başbakan Erdoğan’ın elinde Irak’ın kuzeyine harekât yapma yetkisi yine vardır, hem de TBMM’den alınmış, hem de halkın iradesi adına. Ama Başkan kara harekâtını yine yaptırmaz ve ülkemiz şehit haberleriyle yanmaya devam eder, hala da yanmaktadır…
SORU: Elinde vatanımız savunacak Türk Ordusu var iken, bu milli gücü kullanmayıp ülkemizi terör saldırılarına açık hale getirmek ve vatanımızı ve Türk Ordusu’nu savunmasız hale düşürmek suç mudur?
CEVAP: Evet, suçtur ve bu, düşmanla işbirliği yapmak anlamına gelir. Bunun da adı Türk hukukuna göre Vatana İhanettir!
Yargılayın ey adalet, yargılayın bizi hallere düşürenleri!
Bu ihanet siyasetini durdurun ey adalet, durdurun ve hesap sorun!
Gözlerini aç artık ey yargı, ey adalet, ey hukuk:
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/pkk-eylemleriyle-akpye-akp-mevcut-siyasetiyle-pkkya-hizmet-ediyor-acin-gozlerinizi-271h.html
Yıl 2010… Şemdinli güneyindeki Barzani bölgesi Hakurk’tan yola çıkan hainler, Şemdinli Mezargediğinde konuşlu bir piyade taburumuza saldırır, 11 şehit… Yine bu Başbakan hemen Şemdinli’ye gider, oradan da Mezargediğine… Yanında Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ vardır, her ikisi de bir savunma mevziine girer… Teröristlerin geldiği Hakurk’a bakmaya başlarlar… Başbakan teröristleri görmektedir, çünkü korunmak için eğilmiştir… Yanında ordumuzun komutanı vardır… Bu Başbakan, teröristlerin yerini bildiği halde, Ordumuza yine harekât izni vermez, aksine Alanya’ya tatile gider…
Ardından şehitler… Hakkâri’de, Çukurca’da şehitler… Yüksekova Şemdinli’de şehitler… Diyarbakır’da, Tunceli’de şehitler… Şırnak’ta, Mardin’de, Van’da şehitler…
Aç gözlerini ey halkım, aç artık gözlerini:
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/sehitlerimizin-sorumlusu-hukumettir-yargilayin-255h.html
Harekete geç ey MHP, ey CHP:
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/mhp-ile-chp-muhalefet-siyasetini-degistirmeli-ve-derhal-harekete-gecmelidir-270h.html
Şehitlerimizin hesabı dahi soramaz bir duruma düşersek eğer, bizi bu kutsal topraklarda yaşatmazlar:
Ve şehidinin hesabını soramayan bir Türk Milleti’nin de bu topraklarda yaşamaya hakkı yoktur!
Erdal Sarızeybek