9 Ocak 2014 Perşembe

Beşiktaş’taki hâkim BTÖ’yü anlattı

Beşiktaş’taki hâkim BTÖ’yü anlattı: Polis dosya getirir mahkeme uygulardı


Beşiktaş Adliyesi’nde yıllarca görev yapan hakim, Beşiktaş Terör Örgütü’nü (BTÖ) anlattı ve ‘2006’dan sonra Beşiktaş’ta çalışan ne kadar hâkim-savcı varsa dinlenmeli. O zaman bu yapı ortaya çıkar’ dedi
Yargının içindeki Beşiktaş merkezli F tipi yapı, bu kez Ergenekon, Balyoz ve Kafes davalarında imzası bulanan bir hâkim tarafından açıklandı. Akşam gazetesine konuşan hâkim, Türk Ordusu’na ve yurtseverlere kumpas kuran bu gizli yapının, yargı mekanizmasını tekeline nasıl aldığını tüm çıplaklığıyla anlattı. BTÖ’den “Örgütlü bir yapı” diye bahseden hakim, adliye içindeki bu yapıda görev alanların isimlerini açıklamaya hazır olduğunu belirtti. Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Milli Orduya kumpas” kuruldu açıklamasının ardından, tanıkların ağzından dile getirilen Beşiktaş merkezli “tertip mekanizması”nı kamuoyunun ilk kez 2008’de Beşiktaş Terör Örgütü (BTÖ) adıyla Aydınlık’tan öğrendi.­ İsmi açıklanmayan ve halen bir mahkemeye başkanlık eden hakim Beşiktaş’taki işleyişi şöyle anlattı:
‘Örgütlü bir yapı’
Deliller önce basına servis ediliyor. Örgütlü bir yapı var. Haberler gazetede yer aldıktan sonra savcılar harekete geçiyor. Genellikle kendilerinden olan hakimlerin nöbet gününe denk getiriliyor. Bu kişilerin tutukluğuluğuna itiraz ediliyor. Üst mahkeme bu kişilere tahliye verdiği zaman yine aynı basın tarafından linç ediliyor. Kumuoyu tarafından da bilinen işini iyi yapan bir arkadaşımızın tahliye kararı vereceği konunuşuluyordu. Hemen atağa geçildi. Bu arkadaşla ilgili kara propaganda yapılmaya başlandıt. Bir örgütle ilişkilendirdiler.
‘Polis dosya getirir mahkeme uygulardı’
Özel Yetkili mahkemeler dinleme kararı veriyordu. Polis de istediği kişiyi dinliyordu. Bu yapıda en etkin rol polisindi. Polis dosya getirirdi, mahkeme onu uygulardı. Tersi asla yaşanmazdı. Basın tarafından linç edilen birinin serbest kaldığını hiç gördünüz mü?
HSYK da işin içinde
HSYK, bu yapının mihenk taşıdır, HSYK olmazsa bu işi yapamazlar. HSYK ne yapıyor? Ördneğin 5 yıldır hukuksuz yargılama yapan, ifade alan savcı ve hakimler hakkında bir tane bile disiplin cezası verilmedi. Disiplin cezasını geçtik, hepsine birer ödül verildi. Tahliye veren, bunların istediğini yapmayan hakim ve savcıların ise yerleri değiştirildi. İl dışına gönderilen ankadaşlarımız oldu.
Bu yapı içinde yer alanların bazıları siyasi ya da maddi rant, makam ve mevki kazandı. Bir arkadaşımızın tayini Beşktaş Adliyesi’ne çıktı. Bu yapıyla alakası yoktu. Hemen adliyedeki yapının mihenk taşı olan savcıyla diyaloğa geçti. Bu kişi daha sonra karşımıza mahkeme başkanı olarak çıktı. Ergenekon, Balyoz ve OdaTV davalarında tutuklamalar  yapan bazı hakimler ödül olarak Yargıtay’a seçildi. Beşiktaş’ta böyle iki hakim Yargıtay’la ödüllendirildi.
3 Temmuz operasyonu oldu. Aziz Yıldırım ‘iddianameyi polis yazdı’ dedi. Buna o zaman kimse inanmadı. Hatırlayın adam ifade vermemiş, ama adresine ‘Metris’ yazılmıştı. Polis önceden tutuklanacağını nereden biliyordu? Polis müneccim miydi?
‘İsimlerini açıklarım’
Şimdi devlet içindeki paralel devlet konuşuluyor. Bu devlet nasıl ortaya çıkacak? Kim çıkartacak? Bunu ortaya çıkaracak kişiler bizleriz. 2006 sonrası Beşiktaş’ta çalışan ne kadar hakim ve savcı varsa bu kişilerin dinlenmesi gerekir. O zaman yargı içindeki bu yapı ortaya çıkartılmış olur. Bana bir milletvekili gelsinYargıtay’a kadar olan isimleri tek tek açıklarım.

CEMAAT eliyle ABD DARBESİ

AKP-Cemaat kavgası buz dağının görünen tarafı; operasyonun örtüsü olarak kullanılıyor. ABD, AKP’yi yıkmaya, yerine daha Atlantikçi bir hükümet kurmaya karar vermiş. Gelin 1990’ların sonunda 2000’lerin başında neler yaşandı hatırlayalım: Soğuk Savaş reflekslerinin kaybolmaya başlamasıyla Türkiye’de bazı aydınlar, yüksek rütbeli subaylar ve siyasetçiler yavaş yavaş yüzlerini Avrasya’ya doğru çevirmeye başlamışlardı. Bu sürecin öncülüğünü İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek yapıyordu. Doğu Perinçek’ten sonra yazar Attila İlhan, Prof. Dr. Erol Manisalı ve Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk, bu yönelimi işleyen yazılar yazmaya başlamıştı. 2002 yılına gelindiğinde, TSK’daki bu eğilimi, dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç; “AB’nin
Türkiye’yi kabul etmeyeceğini, Türkiye’nin Rusya Federasyonu ve İran’ı kapsayacak yeni arayışlara ihtiyaç duyduğunu” söyleyerek dile getirdi.
Sonrasında yaşananları herkes biliyor. Türkiye’nin ekseninin kaymaya başladığını fark eden ABD, bu düşüncedeki aydınları Ergenekon ve Balyoz gibi düzmece davalarla zindanlara attırarak Ankara’yı kontrol altında tutmaya çalıştı.
Ecevit hükümetini de devirmişlerdi
Ecevit liderliğindeki 57. hükümet Irak işgali öncesinde yapılan pazarlıklarda Washington’a direnince bir sıcak para kriziyle devrilmiş, yerine “Milli Görüş gömleğini” çıkartan AKP hükümeti iktidara getirilmişti. Erdoğan, 2009 “one minute” krizine kadar Washington ile çok uyumlu çalıştı; her istenileni eksiksiz yaptı; ne istedilerse verdi. İlişkilerin bozulmasına “one minute” bahane oldu.
Sorun, Türkiye’nin yeni arayışlara girmesiydi
1963 yılından beri AB kapısında bekleyen Ankara, üyeliğin hayal olduğunu artık anlamıştı. 1996 yılında tek taraflı yapılan Gümrük Birliği Anlaşması, Türkiye’nin AB üyesi ülkelerle gerçekleşen dış ticaret açığını 300 milyar dolarlara yaklaştırmış, ülkenin bekasını tehdit eder hale gelmişti. Dünyada Türkiye’nin yalnızlaştığını fark eden AKP hükümeti, ilk denemesini Ortadoğu’nun liderliğine soyunarak yaptı. Fakat hem küresel sistemin, hem de bölge ülkelerinin Türkiye’nin Sünni Müslümanların lideri olmasına müsaade etmeyeceği kısa sürede anlaşıldı.
Küresel gelişmeler Ankara’yı Gümrük Birliği’nden çıkmaya zorluyor
Bu sırada Washington’dan dünyayı derinden etkileyecek ekonomik bir hamle geldi. Obama, 20 Mart 2013 tarihinde Kongreye, AB ile ticari ilişkileri geliştirmek amacıyla Brüksel ile Transatlantik Ticari ve Yatırım Ortaklık Anlaşması konusunda resmi temaslar başlatacağını bildirdi. Eşzamanlı olarak AB, 25 Mart 2013 tarihinde Japonya ile Serbest Ticaret Anlaşması görüşmelerine başladı.
Bu gelişmeler Ankara’yı iyice panikletti. Gümrük Birliği’nin ticari açıdan üçüncü ülkelere karşı Türkiye’yi zayıf bırakan durumuna bir de ABD ve Japonya eklenirse Ankara’nın Gümrük Birliği’nden çıkmaktan başka çaresi kalmayacaktı. Bunun üzerine Erdoğan telaş içinde Washington’a bir ziyaret gerçekleştirdi, Transatlantik Ticari ve Yatırım Ortaklık Anlaşması’na Türkiye’nin de dahil edilmesini talep etti. Obama bu konuda Erdoğan’a yeşil ışık yakmadı. Yakın zamanda Gümrük Birliği’nden çıkmak zorunda kalacak Türkiye, kendisine yeni pazarlar bulmak zorundaydı. Aynı zamanda dünyada yaşanan yeni bölgeselleşme hareketlerinde dışarıda kalırsa, tek başına ayakta kalamazdı.
Washington’dan eli boş dönen Erdoğan bu sefer Moskova’ya, Putin’i ziyarete gitti ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girme talebini bir kez daha yeniledi. Erdoğan blöf yapmıyordu. Ayrıntılarını sonra yazarız, Türkiye’nin bu yönelişi bırakın bölgeyi, dünyadaki tüm dengeleri değiştirir.
Bu bir darbe girişimidir
Washington bu gidişata müsaade edemezdi; Cemaat’in düğmesine bastı. Geçmişte “Ergenekon” ve “Balyozcu”ları içeri atan F tipi Gladyo, yıllardır arşivlediği yolsuzluklar üzerinden bu sefer de yüzünü Avrasya’ya çeviren Erdoğan’ın peşine düştü. Yerine ise aynı Erdoğan’ın 2002 yılında yaptığı gibi, Washington’a giderek kendisine tavsiye edilenleri eksiksiz yapmaya söz veren birilerini getirmeyi planlıyorlar.

11 Şubat 2012 Cumartesi

UĞUR MUMCU’NUN 28 YIL ÖNCE ORTAYA KOYDUĞU ERMENİ OLAYLARI GERÇEĞİ!..

UĞUR MUMCU’NUN 28 YIL ÖNCE ORTAYA KOYDUĞU ERMENİ OLAYLARI GERÇEĞİ!..

 
Sevgili Okurlarım
Geçtiğimiz gün, 24 Ocak 1993’te kaybettiğimiz gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun faili meçhul bir cinayete kurban gidişinin 19. yılı idi. Ne ilginçtir ki  Uğur Mumcu’nun 1 Nisan 1984 Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı bir yazı elime geçti. Rahmetlinin bu yazısını kesintisiz ve herhangi bir ek yapmadan tekrar yayınlıyorum.
Araştırmalarım sonunda dünyanın en önemli kütüphanelerinden çıkardığım bazı fotoğrafları sizlere sunuyorum. Kaynaklarını belirterek ve altındaki yazıları Türkçe’ye çevirerek. Sanırım bu fotoğrafları, siz de benim bulduğum kadar ilginç bulacaksınız.
Şimdi sevgili UĞUR MUMCU’nun yazdığı yazıyı okuyun ve arkasından, yüreğiniz kaldırırsa, fotoğraflara bakın. Türkiye üzerinde dönen oyunlara bir kez daha şahit olun.
“ Fransa’nın  kabul ettiği Ermeni yasasının gerçekleri” ve gerçekler diye iki ayrı gerçek var. Birinci gerçek, gerçek olmasa bile filmlerle, belgesellerle besleniyor, gerçek olan ikinci gerçek ise, bu güne kadar popüler yöntemlerle desteklenmedi. “Biz böyle diyoruz” “Arşivler orada” “Açalım, inceleyin” hatta biraz da höt zöt muhabbetiyle kampanyalar yürütüldü. Bir şeyin gerçek olması, hiçbir şeyi değiştirmez. İnsanların bir şeye inanmaları, o şeyin gerçek olmasından bile daha önemlidir. Eğer siz bir davayı anlatırken kitleleri dikkate almaz, onlara yönelik doğru dürüst propaganda gerçekleştirmezseniz, bunu gerçekleştirenler o insanların kalplerini alırlar. Bu Avrupa’da da, Amerika’da da dünyanın her yerinde de böyledir.
İŞTE UĞUR MUMCU’NUN 1.NİSAN 1984 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİNDE YAYINLANAN O YAZISI!..
GIZLI BELGELERLE…
Şu olaylara bakın: ABD Dış İlişkiler Komisyonu, Türkiye’ye yapılacak askeri yardımı Kıbrıs konusunda verilecek bir ödüne bağlıyor. Bu yapılırken, ABD Kongresi’nde 24 Nisan tarihinin “Soykırım Günü” olarak ilanı için önergeler veriliyor. Fransa’da ise soykırım savlarının ders kitaplarına konması için hazırlıklar yapılıyor. Aynı günlerde, Ermeni terör örgütleri eylemlerini sürdürüyor. Bütün bunlardan sonra ABD yönetimi uluslararası terörden söz edebiliyor.
24 Nisan tarihi soykırım günü olarak ilan edilecekmiş. Sanki ABD, Vietnam’daki, Fransa’da, Cezayir’deki insanlık suçlarını unutturdular. Sanki ABD yönetimi, Şili’de halkoyu ile seçilmiş Devlet Başkanı Allende’nin CIA darbesi ile devrilmesinin hiç anımsanmayacağını sanıyor. Sanki daha dün kadar ABD’nin Grenada’ya, yakın bir zamanda Fransa’nın Çad’a asker göndermelerinin hiç ama hiç akla gelmeyeceği düşünülüyor.
Ermeni olayını, bugün için uluslararası terörün bir parçası olarak görüyor ve bunun için bütün devletleri ortak bir savaşa çağırıyoruz. Yok eğer Ermeni sorununun dünü, önceki günü karıştırılırsa, Amerikalı dostlarımız bundan hiç hoşnut kalmazlar.
İsterseniz, bu konuda birkaç tarihsel belgenin satır başlarını aralayalım:
İngiliz Kraliyet Matbaası tarafından basılan Birinci Dünya Savaşı ile ilgili gizli belgeler, Erol Ulubelen tarafından Türkçe’ye çevrilmiş, önce Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki Yön dergisinde yayınlanmış, daha sonra kitap olarak basılmıştır. İkinci basımı Çağdaş Yayınları tarafından yapılan “İngiliz Belgeleriyle Türkiye” kitabında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’in Amerikalılar’ca nasıl desteklenip kışkırtıldıklarını gösteren belgelere yer verilmiştir. Okuyalım:
Gizli Belge: Sayfa 735, belge 492. Amiral Webb’den Lord Curzon’a yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı:
- Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor…
Gizli Belge: Sayfa No:60, Belge No: 46. 5 Nisan 1920 günü Mr. Lindsay’in Washington’dan Lord Curzon’a yazdığı yazı:
- Amerikan Senatosu Ermenistan’ın mandası işini görüştü. Beş yılda 757 milyon dolar verecekler. İlk başlangıçta 50.000 kişilik bir ordu yollanacak, daha sonra 200.000 kişiye çıkacak. Amerika kuvvetlerinin başına General Zames G. Harbord getirilecek. Ayrıca bütün Türkiye’nin mandası için de görüşmeler yapılmaktadır…
Gizli Belge: Sayfa No:71, Belge No: 63. 16 Mayıs 1920 günü Sir A. Geddes’in Lord Curzon’a yazdığı yazı:
- Amerikan hükümeti, Ermenistan’ın Adana da dahil korunmasını istiyor. Silah, cephane, demiryolu ve her türlü malzemeyi buraya sevk edecekler. Boşaltım, Karadeniz limanlarında Amerikan bahriyesi tarafından ve Amerikan donanmasının himayesinde yapılacak. Türklerin yapacağı en ufak bir hareket Amerikalılar tarafından bastırılacaktır…
Gizli Belge: Sayfa No: 300, Belge No: 38. 28 Şubat 1920 Londra Konferansı tutanaklarından bir parça:
- Mustafa Kemal kendisini Erzurum Valisi ilan etmiş. Erzurum’da yeni kurulacak Ermeni devletinin katılacağı bir sırada bu çok anlamlı bir harekettir. Bu adam olmasaydı Ermeniler’in bir şansı olurdu…
Gizli Belge: Sayfa No: 81, Belge No: 10, tarih 16 Şubat 1920. Londra Konferansı tutanaklarından bir başka parça:
- Ermenistan’a 6 ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. Amerika Ermenistan’a yardım edecektir ve mandası altına almayı da kabul ediyor. Fransa ise Adana’yı kendisi için istiyor.
Gizli Belge: Sayfa No: 99, Belge No: 12, Londra Konferansı tutanağından bir başka ilginç parça:
- Lord Curzon, Erzincan’ın da Ermenistan’a verilmesini, Karadeniz’de bir Lazistan kurulup, Ermenilerin mandasına vermek istiyor…
Bu belgeler, bugün ABD Kongresi’nde 24 Nisan tarihini “Soykırım Günü” ilan etmek isteyenlerin amaçlarını olduğu kadar, ABD’nin Lozan Barış Antlaşması’na niçin imza koymadığını da anlatmaya yetmektedir.
Atatürk, Ermeni sorununun “dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre çözülmek istediğini” söylememiş miydi? (Söylev ve Demeçler, C: I, S: 233). Olay, dün olduğu gibi bugün de böyledir.
Biz bugün bunca saldırıdan sonra, bu gizli belgeleri, örneğin devletin televizyonunda tek tek halkımıza gösterebiliyor muyuz? Gösteremiyorsak, Ermeni sorununun çokuluslu yanını ve uluslararası terör ile ilgisini, diplomatik forumlarda nasıl anlatabiliyoruz?
24 Nisan tarihini soykırım günü ilan edip, Ermeni terör örgütlerine destek olan Amerikan Kongre üyeleri, 1920′lerde topraklarımız üzerinde Ermeni devleti kurmak isteyen Amerikalılar’ın torunlarıdır. Bizler de bunlara karşı Kuvay-i Milliyecilerin torunları olduğumuzu hatırlatmak zorundayız.
“Milliyetçilik” budur. Neredesiniz efendiler, beyler, beyzadeler, hanımefendiler?.. Budur, budur, budur işte!..
Ugur MUMCU ©
Cumhuriyet ©, 1 Nisan 1984
KİMİN KİMİ NE ŞEKİLDE KATLETTİĞİNİ, TÜM AÇIKLIĞI İLE BİLMEK EN DOĞRUSUDUR…

Balta ile Katliam: İzmit’in Kollar köyünden Ermeniler tarafından balta ile katledilen müslümanlardan bir kısmının olaydan sonra çekilen fotoğrafı;
1- Boşnak Malik 2- Abdulmecid oğlu Ali 3- Ali oğlu Seyid (14 yaşında) 4- Ömer oğlu Abdulgani 5- Abdulgani oğlu Mecid 6- Abdullah oğlu Hüseyin 7- Bekir oğlu Yusuf 8- Osman oğlu İsmail
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.
***

Erzincan’da Ermeniler tarafından ırzına geçilerek öldürülen Pakize adlı bir
Türk kadını.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.
***

25 Nisan 1918′de, Subatan’da Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.
***

Erzincan’ın Odabaşı bölgesinde, Ermeniler tarafından oyularak katledilen bir Türk.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.
***

Sivas’ta Ermeni çeteleri tarafından yapılan katliamda boğazı kesilerek öldürülen jandarma Mustafa.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri
***

Ordudan hava değişikliği için terhis edilen ve 23 Temmuz 1915 de Diyarbakır’ın Lice kazasına bağlı Kum ve Çom köyleri civarında elleri ayakları bağlanarak Ermeni komitecileri tarafından şehid edilen askerler.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.
***

Diyarbakır’ın Şark nahiyesine bağlı Hızır İlyas köyü Mersani deresi (23 Temmuz 1915). Hono ismindeki ermeninin başında bulunduğu çete tarafından hançer ve kurşunla şehit edilen erkek, kadın ve çocuklar.
Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri
***

29 Ağustos 1914 tarihinde Ermeni çeteleri tarafından Siverek-Urfa Yüksekyol ve Karacadağ civarında türbe ziyareti sırasında esir edilip canlı hedef yapılarak şehit edilen müslüman Türkler.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.
***


Silvan civarında, Beşnik ermeni köyüne Van ve Tolorya’dan gelip, Doryan Dano ve kardeşlerinin başında bulunduğu Ermeni çeteleri tarafından 11 Haziran 1915 tarihinde Şeytankaya mevkiinde şehit edilen milis subayı Hamid Efendi komutasında bulunan erzak kafilesi, jandarması ve subayları.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.
***

16 Şubat 1918′de, Erzincan’ın Vagarir köyünde, Ermeniler tarafından şehit edilen ve bir evin arkasında bulunan şehit edilmiş Türkler.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures

Hasankale’de, Ermeniler tarafından şehit edilen kadın ve çocuklar.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.
***
Sevgiyle…
“Hayatınızdaki beyazperdenizin kapanmaması dileklerimle….”


GÖKSEL GÜLENSOY – derinmedya.com

Yazara ulaşmak için: gokselgulensoy@derinmedya.com

1 Eylül 2011 Perşembe

Mahşerin Dört Atlısı (Said Nursi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Suavi)

Mahşerin Dört Atlısı (Said Nursi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Suavi)



Mahşerin Dört Atlısı (Said Nursi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Ali Suavi)




SAİD NURSİ'NİN "ÜSTADIM" DEDİĞİ CEMALEDDİN 


AFGANİ 33. DERECEDEN BİR MASONDU...

 

1996 veya 97’de Aksaray Akgün Otel’de Risale-i Nur toplantısı 

yapılmıştı. Galiba Filistin’den gelen hatipdi; konuşması içinde 

“Said Nursi, üstadlarım Cemaleddin Efgani, Muhammed 

Abduh, Ali Süavi diyor” dedi. Konuşmaları anında tercüme 

eden Suat Yıldırım Hoca, hatibin bu cümlesini tercüme 

etmedi. Arkasından, Suriyeli Ramazan el Buti konuştu. İşe 

bakın ki, bir önceki hatibin söylediğini o da söylemesin mi… 

Suat Hocamız, Buti’nin o cümlesini de es geçti. Bendeniz, 

tercümede bazı yerleri niçin atladığını yazıp kâğıdı masaya 

bıraktım. Suat Hocamız cevap vermek mecburiyetinde kaldı ve 

“Efendim biz polemik olmasını istemiyoruz” dedi. Hoca 

kendine göre bu iki ismi yani Abduh ve Cemaleddin Afgani’yi 

Said Nursi’nin üstadı olarak göstermek istemiyordu. İyi de, 

Said Nursi kendisi bu isimleri vermekten çekinmemişse bize 

ne oluyor!..

 

16 Mart 2006 Perşembe
 

(Ali Eren, Vakit)

 

Cennet Mekan Sultan Abdülhamit Han, Cemaleddin Afgani 

için hatıratında şöyle demiştir.
 

"Bir de ortaya Cemaleddin Afgani adında bir şartlatan çıktı. 

Araştırdım ingilizlerin adamıydı"


Peki Cemaleddin Afgani kimdi? Bunu 50 yıldır kalemi ile 


İslama hizmet eden değerli gazeteci-yazar Mehmet Şevket 

Eygi'den okuyalım;



----

Camaleddin Afgani'nin iç yüzü

Gençliğimde Cemalüddin Afganî’yi beğenirdim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyken, Ankara’daki Afganistan elçiliğine mektup yazmış, Afganî hakkında kitap istemiştim. Onlar da, eksik olmasınlar Afganistan’dan birkaç kitap getirtmişler, bendenize hediye etmişlerdi.

Sonra Afganî hakkında malumatım çoğaldı, bende tereddütler başladı. Bir müddet sonra da onu terk ettim. Artık yıllardan beri Afganî’ye karşıyım.

Onun bütün ansiklopedilerde yer alan ünlü bir şahsiyet olduğunu biliyorum ama kesinlikle onu bir İslâm önderi, bir uyanış lideri olarak kabul etmiyorum.

Taqiyye yaparak Şiîliğini gizleyip kendisini Sünnî olarak göstermesini doğru bulmuyorum.Sünnîler Müslüman değil mi? Din kardeşi değil mi? Onları kandırmak elbette doğru olmaz.

İran’ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde yine taqiyye yaparak kendisini Afgan gibi göstermiştir. Bu da bir aldatma değil midir? Müslüman, Müslümanları aldatır mı?

Kaynaklar onun Mısır’da, “Kainat’ın Yüce Mimarına” inanan İngiliz mason locasına girdiğini ve sonra buradan atıldığını bildiriyor. Sebep: Hiç inancı olmaması imiş!..

İslâm dünyasının bugünkü kaosunda, kargaşa ve anarşisinde Afganî’nin büyük miktarda tuzu biberi vardır.Klasik geleneksel Ehl-i Sünnet Müslümanlığına karşı, ictihadın yaygın hale gelmesini, herkesi ictihad yapması tezini ortaya atmıştır.

Afganî, Sultan Abdülaziz zamanında İstanbul’a gelmiş, Darülfünun’da (Üniversitenin eski adı) bir konferans vermişti. Peygamberliği, çalışarak elde edilebilecek bir sanat olarak gösterdiği için de Osmanlı ulemâsının haklı ve yakıcı yıldırımlarını üzerine çekmişti. Osmanlı Devlet-i Aliyyesinin Şeyhülislâm’ı Hasan Fehmi efendi onu tekfir etmişti(kafirdir fetvası vermişti). Dersiam vekili Halil Fevzi efendi ise Afganî’ye karşı “es-Süyûfü’l-Kavati” isminde bir reddiye yazarak yanlış fikir, görüş ve iddialarını çürütmüştü. Bu konferans, Darülfünun’un kapatılma sebeplerinden biri olmuştur.

Afganî’nin İslâm düşmanı Ernest Renan’a reddiye yazdığı söylenir durur. Reddiye yazmamıştır, adeta onu doğrulamşıtır.
Kahire’de kaldığı yıllarda bir Müslüman mahallesinde oturmamış, Yahudi mahallesinde oturmuştur.

Uyanık ve şefkatli padişah İkinci Sultan Abdülhamid Hân hazretleri Afganî’nin menfi(olumsuz) bir şahsiyet olduğunu anlamış ve kendisine Teşvikiye’de bir konak vermiş, orada ev hapsinde (ama altın kafes içinde) yaşatarak mazarratına, fitne ve fesadına sed çekmiştir.

Bugün elimizde, Afganî’yi mahkum etmeye yetecek miktarda kitap, ilmî makale, belge, sağlam bilgi bulunmaktadır. Bunların sentezinin yapılması, ortaya ciddî, âdil, tutarlı bir dosya konması gerekmektedir. Afganî hakkında kesin gerçekler şunlardır:
1. Sünnî değildir, Şiî kökenlidir.Şiîliği de sosyolojik Şiîliktir.
2. Afgan değildir, İranlıdır.
3. Ateist olduğuna dair iddialar, karineler, büyük şüpheler vardır.
4. Ehl-i Sünneti ve Cemaati temellerinden dinamitleyen fikirler, tezler, görüşler ortaya atmıştır.
5. Yeterli ilmi, ehliyeti, icazeti olmayanların ictihad yapmalarını, ictihadın yaygın hale gelmesini teşvik etmiştir.
6. İslâm dünyasında terörizmi, siyasî cinayetleri teşvik etmiştir. Nasirüddin Şah’ı Afganî’nin bir hayranı ve müridi katl etmiştir.
7. İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak meşrû Halife Sultan Abdülhamid’i tahtından indirme planları yapmıştır.

Bütün Ehl-i Sünnet ulemâsı, fukahası ona karşıdır.
Büyük fakih, büyük alim Yusuf İsmail en-Nebhanî onu yermiştir.
Keşif ve keramet sahibi mürşid-i kâmiller onun bozuk ve zararlı taraflarını Müslümanlara bildirmişlerdir.
Afganî’nin içyüzü hakkında derli toplu bilgi edinmek isteyenler… “Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid’atleri Tenkit,C. 1″ adlı kitaptaki makaleyi okumalıdır. (Bedir Yayınevi, 466 sayfa. 5 TL. Telefon:                         0212/519 36 18       )

Afganî’nin menfi bir şahsiyet olduğuna dair Ehl-i Sünnet camiasında tevâtür derecesinde bir ittifak bulunmaktadır.
Ülkemizde bazı reformcu, kendilerine göre müctehid, yeni bir İslâm türetmeye çalışan; biraz mutezile, biraz Şiî yenilikçiler Afganî’yi göklere çıkartmakta, onu büyük mürşid ve rehber ilan etmektedir. Ona yöneltilen tenkitler için “Afganî’yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar” denildiğini hatırlıyoruz.

Bendeniz sövülsün sayılsın demiyorum. İlmin, sağduyunun, Ehl-i Sünnet İslâmlığının, sahih vesikaların, doğru bilgilerin ışığında Afganî’nin içyüzü açıklansın diyorum.

Afganî efsanesi yıkılmalıdır.
Bu yıkım işi yapılırken haksızlık, adaletsizlik yapılmamalıdır.
Afganî, İslâm dünyasına bir ıslahçı, bir kurtuluş önderi, bir inkılâpçı olarak takdim edilmemelidir.
Bu konuda Müslüman fikir ve kalem erbabı, taharet bezi edebiyatıyla değil, çok ciddî, daha çok sâkin, çok seviyeli ve ilmî seviyede tartışmalıdır.

Onun, Allah’a inanan masonlar tarafından locadan atılması bile aslında yeterli bir delildir.
Gariptir ki, Mısırlı Masonların locadan kaydını sildikleri Afganî için Türk Masonları övgü dolu bir makale yayınlamışlardır.
Bir insanı mahkûm etmek için dosyasını bütünüyle ele almak gerekir. İşte bu yapılmıyor. Afganî hayranları, Afganî taraftarları bir tür avukatlık yapıyor, aleyhindeki iddiaları meskutün anh geçiyor.

Lütfen Afganî’yi âdil bir şekilde ele alalım, inceleyelim…O zaman gerçekler gün gibi ortaya çıkacaktır.
Ehliyetleri olmadığı halde bâtıl ictihadlar yapanlar onu çok seviyor, çok destekliyormuş. Bu çok tabiîdir.
Sünnîlerin bu zatı sevmeleri, desteklemeleri mümkün değildir. Yeterli bilgisi ve sezgisi olanlar ne demek istediğimi iyi anlar.
Afganî, Ehl-i Sünnet Müslümanlarına imam, önder, rehber, kılavuz olacak temiz bir şahsiyet değildir.
Bid’atçiler ve Masonlar onu çok seviyor ve tutuyormuş.Bu bizi bağlamaz.

Mehmet Şevket Eygi

Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası







Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası


Sözde İslam Alimi, İngiltere İçin Darbe Yaparken Öldürüldü; Ali Suavi ve Çırağan Vak'ası


Sözde Din Adamı, ilk Laiklik ve Türkçülük Savunucularından olan Ali Suavi, 39 yaşındayken İngiltere adına Sultan Abdülhamid'e darbe teşebbüsünde iken Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın vurduğu bir sopa darbesi ile katledilmişti...


Osmanlı hafiyeleri derhal evine koşup eşini tutuklamak ve evdeki evraklara el koymak istediyse de, Ali Suavi'nin İn...giliz eşi çoktan evdeki evrakları yakıp Marmara açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisi ile kaçmıştı...


Sorun şu ki; böyle bir Ali Suavi'yi bize kimler "büyük" alim, mütefekkir, aktivist olarak tanıttılar?

Ya da Said Nursi bile neden onu üstad bildi?

***


ÇIRAĞAN VAK'ASI


Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı tahttan indirip, Sultan Beşinci Murad’ı tekrar tahta geçirmek için yapılan baskın.


Sultan Abdülazîz Han zamânında yeni Osmanlılar cemiyetine giren Ali Suâvî, uzun bir müddet yurt dışında kaldı. Sonra memlekete dönüp, Galatasaray Lisesi Müdürlüğüne tâyin edildi. Mîzâc olarak meşhur olmaktan ve büyük mevkılere gelmekten çok hoşlanırdı. Her renge girerek çeşitli vazîfeler almayı denemiş, fakat başarısızlığı sebebiyle her seferinde vazîfesinden atılmıştı. Kendisi gibi, Sultan Abdülhamîd Han zamânında yükselmekten ümidini kesenler, onun etrâfında toplandılar. Düşünceleri; hastalığı sebebiyle tahttan indirilen Sultan Murâd’ı tekrar tahta geçirmekti. Filibeli muhâcirlerden etrâfına topladığı epeyce bir kalabalıkla 19 Mayıs 1878’de Çırağan Sarayına girmeyi başardı. Sultan Murâd bu sarayda olduğu için onu dışarıya çıkarmaya çalıştı. Bu sırada Beşiktaş’ın inzibat işleriyle görevli komutanı Mirliva Hasan Paşa topladığı askerlerle derhâl isyancıların üzerine yürüdü. Hasan Paşa, elindeki bastonu Ali Suâvî’nin başına vurarak onu öldürdü. İki taraf da silah kullanınca kan döküldü.


Silah sesleri Yıldız Sarayından duyulunca Sultan Abdülhamîd Han, Çırağan Sarayına asker sevk etti ve Sultan Murâd’ın kılına dokunulmamasını emretti. Ali Suâvî’nin adamlarından yirmi bir kişi ölüp, on yedi kişi yaralandı. Olay iki saat içerisinde bastırıldı.


Ali Suâvî’nin yalısında bulunan defter ve vesîkalar İngiliz olan hanımı tarafından yakıldığından, cemiyetine, hükûmet adamlarından kimlerin üye olduğu anlaşılamadı. Ancak saldırı sırasında sağ ele geçenler dîvân-ı harbe verilerek muhtelif cezâlara çarptırıldılar.


Basit gibi görünen bu küçük ihtilâl teşebbüsü, haklı olarak Sultan Abdülhamîd’i sıkı emniyet tedbirleri almaya sevk etti. Düşman orduları, sarayından birkaç kilometre mesâfede karargâh kurmuş, mümkün olabildiği derecede ülkesini ve menfaatlerini koruyabilmek ve Ayastefanos Antlaşmasını bozabilmek için diplomatik yolla bütün bir Avrupa’yla mücâdele eden Sultan’ı, bir gazetecinin, tahtından indirip yerine rahatsız olan ağabeyini getirmek istemesi, Abdülhamîd Hanı fevkalâde şaşırttı. Sultan alelâde bir gazetecinin böylesine bir işe cür’et etmesine inanamamıştı. Bu hareketin yurt dışında önemli bir teşkilâtın emri veya muvâfakatiyle yapıldığı tahmin edilmektedir.

Ali Süâvî’nin başarısızlıkla sona eren bu isyânından kısa bir süre sonra, ikinci bir Çırağan hâdisesi daha meydana geldi. Kleanti Skalyeri-Aziz Bey komitesi tarafından, 1878 Temmuzunda Sultan Murad, ikinci defâ Çırağan Sarayından kaçırılmak istendi. Bu komite, Sultan Beşinci Murad’ın hal’inden kısa bir süre sonra kurulmuştu. Komitenin birinci reîsi olan Kleanti Skalyeri, İstanbul’da Prodos mason locasının üstâdı âzamı idi. Üyelerinin büyük bir kısmı Sultan Murad taraftarlarından olup, diğerleri de memur sınıfından idi. İçlerinde yüksek devlet adamı yoktu. Kleanti, velîahdlığı zamânından beri Beşinci Murad’ın dostu idi ve saltanatını temin için bütün gayretiyle çalışıyordu. Komitenin ikinci üyesi Sultan Murad’ın annesinin câriyelerinden Nakşibend Kalfa idi. Masonların îtimâdını kazanan İbrâhim Edhem Paşanın sadrâzamlıktan azl edilmesinden sonra, bu komite kurulmuştu. Nakşibend Kalfa, devlet ileri gelenlerinden bâzılarını komiteye katmak için çalıştı, fakat başarılı olamadı.


Kleanti, Sultan Murad’la Çırağan Sarayında görüştü. Beşinci Murad’ın, durumundan şikâyet ederek milletin kendisini bulunduğu durumdan kurtaracağı günü beklediğini söylemesi üzerine, komite harekete geçti. İstanbul’un çeşitli semtlerinde duvarlara Sultan Murad lehine beyânnâmeler yapıştırıldı. Bir ara bu komite, Sultan İkinci Abdülhamîd’i öldürmek için harekete geçti, fakat gerçekleştiremedi. Şubat 1878’de hazırlanan plâna göre su yollarından Çırağan Sarayına girilerek Sultan Murad, önce komite üyelerinden Aziz Beyin evine getirilecek, oradan da halk ile bîat merâsiminin yapıldığı yerlerden birine gidilerek, ilgili ulemâ ve devlet erkânı da dâvet edilerek Sultan Murad tahta geçirilecekti.


Komite bu plânını gerçekleştirmek için müsâid bir zaman beklerken, Birinci Çırağan Vak’ası meydana geldi. Başarısızlıkla netîcelenen bu vak’a komiteyi yıldıracağı yerde daha da gayrete getirdi. Sultan Murad’ı kaçırmak çârelerini araştırmak için Aziz Beyin evinde çalışmaları hızlandırdılar. Bu sırada, Hacı Hüsnü Bey adında bir âzâ komiteyi ifşâ etti. Komite üyeleri kaçırma hâdisesini hazırladıkları bir toplantı esnâsında iken Aziz Beyin evi zaptiyeler tarafından basıldı. Kleanti, Nakşibend Kalfa ve Ali Şefkati yurt dışına kaçtılar. Kleanti, kaçarken bütün önemli evrakı berâberinde götürdü. Diğer üyeler yakalanarak serasker kapısında müteşekkil dîvân-ı harbe verildiler. Dîvân-ı harbin verdiği karâra göre Kleanti, Aziz Bey, Nakşibend Kalfa ve tabib Âgâh Efendi îdâma mahkum edildiler. Fakat Padişâh tarafından af olunarak cezâları on beş sene kalebentliğe çevrildi. Diğer âzâlar, komite ile irtibâtları ve faaliyetlerine göre sürgün ve hapis cezâlarına çarptırıldılar.


Birinci ve İkinci Çırağan vak’alarında ortak noktalar mevcuttu. İki olay da Sultan Murad’ı tahta geçirmek için düzenlenmiş, ikisi de ulemâ, ordu ve devlet erkânının iştirâki olmadan tertip edilmiştir. Ali Süâvî olayında rol sâhibi olan üç kişi aynı zamanda Kleanti komitesinin üyesidir. Ayrıca Ali Süâvî ve Kleanti masondurlar. Ayrı ayrı görünen bu iki Çırağan hâdisesinin yurt dışında önemli bir teşkîlâtın emri veya muvafakati ile yapıldığı tahmin edilmektedir.

ŞEHİTLERİMİZİN SORUMLUSU TÜRK ORDUSU DEĞİL, ABD İLE İŞBİRLİĞİ YAPAN AKP SİYASETİDİR, İŞTE KANITLARI

ŞEHİTLERİMİZİN SORUMLUSU TÜRK ORDUSU DEĞİL, ABD İLE İŞBİRLİĞİ YAPAN AKP SİYASETİDİR, İŞTE KANITLARI

01 Eylül 2011 Perşembe, 23:23 tarihinde ERDAL SARIZEYBEK tarafından eklendi
TBMM’den Irak’a sınır ötesi harekât tezkeresi geçti… O gün itibariyle teröristlerin konuşlu olduğu yerler Avaşin ve Basyan idi, gerçi bugün de oradalar ya…  Alınan istihbaratlar, teröristlerin sınır boylarındaki karakollara baskın tarzında eylem yapacağını gösteriyordu. İlk hedefte Dağlıca ve Aktütün vardı. İşte resmi, haritası, Dağlıca ve Aktütün’ün yeri ile hainlerin yeri:
Yıl 2007, 21 Ekim… Irak’a harekât tezkeresinin çıkarılışından dört gün sonra, Avaşin ve Basyan’da konuşlu teröristler Dağlıca Piyade Taburumuza saldırdı, 12 şehit, 6 Askerimiz ise hainler tarafından kaçırıldı ve Irak’a götürüldü…
SORU   : Hükümet 17 Ekim tezkeresini neden çıkardı?
CEVAP : Avaşin ve Basyan’daki teröristleri imha etmek için. Yani Hükümet, teröristlerin yerini ve eylem hedeflerini biliyordu…
SORU: Hükümet neden Irak kuzeyindeki terör inlerine harekât yaptırmadı, neden bu yetkiyi ordumuza vermedi?
CEVAP: ABD-Barzani ve Talabani ve de PKK istemediği için…
SORU: Hükümet tezkereyi ordumuza verip harekât yaptırsaydı, Dağlıca Baskını olur muydu?
CEVAP: Hayır…
SORU: O halde Dağlıca şehitlerinin sorumlusu kimdir?
CEVAP: Hükümettir…
SORU: Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Yasası’na göre hükümetin bu eylemi suç mudur?
CEVAP: Suçtur…
Yargılayın o zaman, ey adalet, yargılayın o zaman!
Vatan topraklarımızın Irak kuzeyinde konuşlu PKK denilen karma bir güç tarafından saldırıya uğrarken… Bu karma güç ABD-AB ve İsrail tarafından meydana getirilmişken ve de bu ülkeler Türkiye’ye karşı örtülü bir savaş yapmakta iken… Ülkemizin Başbakan’ı, sahip olduğu milli kuvvetleri kullanmak ve bu saldırılara en ağır cevabı vermek yerine, kalkmış, ne yapacağını sormak için ABD’ye gitmiş, oradan da “PKK müşterek düşman, anlık istihbarat paylaşımı” masalıyla geri dönmüştür…
Yine aynı Başbakan, elinde “halkın iradesi adına Irak’a harekât yetkisine sahip iken”, bu yetkisini kullanmamış ve kaçırılan askerlerimizin peşinden Türk Ordusu’nu göndermemiştir. Kahraman Mehmetçik, yine bu siyasetin desteğiyle başına çuval geçirilmiş olan kahraman Mehmetçik, Irak’a giderek PKK’lı ağabeyleriyle görüşme yapan PKK siyasetçileri tarafından yurdumuza geri getirilmiştir… Bu bir utançtır!
SORU: Hükümetin görevi nedir?
CEVAP: Türk milleti ve yurdunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin hem tarihine sahip çıkmak, hem bugününe, hem de geleceğine sahip çıkarak, Türk yurdu ve Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak, ilelebet yaşatmaktır. İç güvenlikten ve milli güvenlikten doğrudan doğruya hükümet sorumludur.
SORU: Türk Ordusu’nun elini kolunu bağlayarak PKK terör örgütü karşısında savunmasız bırakmak suç mudur?
Ordumuzun bir piyade taburu saldırıya uğradığı anda, halk iradesi adına elinde bulundurduğu yetkiyi kullanmamak ve Irak’a harekât yaptırmamak suç mudur?
Türk yurdunun savunmasını, elindeki milli kuvvetleriyle yapmak yerine, yurdun savunmasını ABD’nin inisiyatifine terk etmek ve ondan aldığı talimatları uygulamak suç mudur?
CEVAP: Suçtur hem de anayasal suç!
Yargılayın o zaman ey adalet, yargılayın o zaman bu AKP siyasetini ve bu siyaseti uygulayanları!
Anlık istihbarat masalıyla ülkemize dönen ülkemiz Başbakanı, 1 Aralık 2007 tarihinden itibaren, ABD’nin sözde istihbaratıyla, Türk Ordusu’na talimat vererek Irak kuzeyini bombalatmaya başlamıştır. Terör sözde bitirilecektir... 1 Mayıs 2008 günü Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar, yukarıda haritada gördüğünüz Basyan terör inlerini bombalar, ABD’nin verdiği istihbaratla. Bir hafta sonra aynı inlerden çıkan hainler Aktütün karakoluna saldırır, 6 şehit… Başbakan Erdoğan Türk Ordusu’nun harekât yapmasına yine izin vermez, vatan toprakları saldırıya uğradığı halde izin vermez!
Irak’a ABD istihbaratıyla bombalama devam eder… Yine aynı inlerden çıkan hainler 3 Ekim 2008’de bir kez daha Aktütün karakoluna saldırır, 17 şehit!
Başbakan Erdoğan’ın elinde Irak’ın kuzeyine harekât yapma yetkisi yine vardır, hem de TBMM’den alınmış, hem de halkın iradesi adına. Ama Başkan kara harekâtını yine yaptırmaz ve ülkemiz şehit haberleriyle yanmaya devam eder, hala da yanmaktadır…
SORU: Elinde vatanımız savunacak Türk Ordusu var iken, bu milli gücü kullanmayıp ülkemizi terör saldırılarına açık hale getirmek ve vatanımızı ve Türk Ordusu’nu savunmasız hale düşürmek suç mudur?
CEVAP: Evet, suçtur ve bu, düşmanla işbirliği yapmak anlamına gelir. Bunun da adı Türk hukukuna göre Vatana İhanettir!
Yargılayın ey adalet, yargılayın bizi hallere düşürenleri!
Bu ihanet siyasetini durdurun ey adalet, durdurun ve hesap sorun!
Gözlerini aç artık ey yargı, ey adalet, ey hukuk:
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/pkk-eylemleriyle-akpye-akp-mevcut-siyasetiyle-pkkya-hizmet-ediyor-acin-gozlerinizi-271h.html
Yıl 2010… Şemdinli güneyindeki Barzani bölgesi Hakurk’tan yola çıkan hainler, Şemdinli Mezargediğinde konuşlu bir piyade taburumuza saldırır, 11 şehit… Yine bu Başbakan hemen Şemdinli’ye gider, oradan da Mezargediğine… Yanında Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ vardır, her ikisi de bir savunma mevziine girer… Teröristlerin geldiği Hakurk’a bakmaya başlarlar… Başbakan teröristleri görmektedir, çünkü korunmak için eğilmiştir… Yanında ordumuzun komutanı vardır… Bu Başbakan, teröristlerin yerini bildiği halde, Ordumuza yine harekât izni vermez, aksine Alanya’ya tatile gider…
Ardından şehitler… Hakkâri’de, Çukurca’da şehitler… Yüksekova Şemdinli’de şehitler… Diyarbakır’da, Tunceli’de şehitler… Şırnak’ta, Mardin’de, Van’da şehitler…
Aç gözlerini ey halkım, aç artık gözlerini:
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/sehitlerimizin-sorumlusu-hukumettir-yargilayin-255h.html
Harekete geç ey MHP, ey CHP:
http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/mhp-ile-chp-muhalefet-siyasetini-degistirmeli-ve-derhal-harekete-gecmelidir-270h.html
Şehitlerimizin hesabı dahi soramaz bir duruma düşersek eğer, bizi bu kutsal topraklarda yaşatmazlar:
Ve şehidinin hesabını soramayan bir Türk Milleti’nin de bu topraklarda yaşamaya hakkı yoktur!
Erdal Sarızeybek

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Merkez Bankası KİMİN?

Merkez Bankası Kimin?



Merkez Bankası Kimin?

"Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" mı yoksa "Türkiye Cumhuriyet(İ) Merkez Bankası" mı?

O "i" harfi neden orada yok?

Önce resmi inceleyiniz...

___

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 11 Haziran 1930 Tarih ve 1715 Sayılı Kanun (mülga) ile özel sermayenin de katıldığı bir anonim ortaklık olarak kurulmuştur.


Bu düzenlemeyle devletten ayrı ve bağımsız olduğu hususuna özel bir önem verilmiştir.

Bu amaç çerçevesinde, Banka'nın kuruluş kanunu tasarısında adı "merkez bankası" olarak öngörülmüşken, TBMM Komisyonu'nda uluslararası ilişkiler de düşünülerek "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" olarak değiştirilmesine karar verilmiş; banka'nın bağımsızlığını vurgulama amacı güdülerek "Türkiye Cumhuriyeti" ibaresine ve kısaltılmış şekli olan "T.C."ye özellikle yer verilmemiştir.

Kanun koyucu tarafından Banka'nın devlete ait bir kuruluş; bir kamu kuruluşu olduğu izlenimi vereceği endişesiyle " CUMHURİYETİ " ibaresinden özenle kaçınılmıştır.