29 Ağustos 2011 Pazartesi

Merkez Bankası KİMİN?

Merkez Bankası Kimin?



Merkez Bankası Kimin?

"Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" mı yoksa "Türkiye Cumhuriyet(İ) Merkez Bankası" mı?

O "i" harfi neden orada yok?

Önce resmi inceleyiniz...

___

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 11 Haziran 1930 Tarih ve 1715 Sayılı Kanun (mülga) ile özel sermayenin de katıldığı bir anonim ortaklık olarak kurulmuştur.


Bu düzenlemeyle devletten ayrı ve bağımsız olduğu hususuna özel bir önem verilmiştir.

Bu amaç çerçevesinde, Banka'nın kuruluş kanunu tasarısında adı "merkez bankası" olarak öngörülmüşken, TBMM Komisyonu'nda uluslararası ilişkiler de düşünülerek "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası" olarak değiştirilmesine karar verilmiş; banka'nın bağımsızlığını vurgulama amacı güdülerek "Türkiye Cumhuriyeti" ibaresine ve kısaltılmış şekli olan "T.C."ye özellikle yer verilmemiştir.

Kanun koyucu tarafından Banka'nın devlete ait bir kuruluş; bir kamu kuruluşu olduğu izlenimi vereceği endişesiyle " CUMHURİYETİ " ibaresinden özenle kaçınılmıştır.

NECİP FAZIL'DAN DİYALOGA REDDİYE

NECİP FAZIL'DAN DİYALOGA REDDİYE

Üstad Necip Fazıl’ın Dinler Arası Diyalog Yorumu

29 Nisan, 2007
Sizlere 1949′larda Necip Fazıl’ın dönemin diyalogcularına yazdığı bir makaleyi aktaracağım. Dinler arası diyalogun mazisinin bayağı bir eski olduğunu, her dönem kendine bir taşeron seçtiğini, ama diyalogun misyonundan ve manasından asla taviz vermediğini görmek şahsen bizi hiç şaşırtmadı.
Kovadis?
Türk Ocağı merkezine Patrik Athenagoras’ı davet eden Hamdullah Suphi Tanrıöver… Başlığının altında “doğruya doğru, eğriye eğri” ölçüsünü taşıyan, fakat hakikatte doğruya eğri, eğriye doğru demekten başka bir şiar taşımayan (Vatan) gazetesinin geçen Pazar günkü sayısında, baş sahifenin baş köşesini süslettiği şekilde, sözde memleket münevverlerini Patrik cenaplarının mihveri etrafında halkalandıktan sonra, aynı (Vatan) gazetesine göre aynen şöyle hareket buyurmuşlardır:
“Hamdullah Suphi Tanrıöver, bundan sonra, Patrik Athenagoras’ın gösterdiği yakınlıktan bahisle, Türk milletinin dinler ve milletler arasında yakınlık istediğini, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorluğundan da eski bulunduğunu, Bizansın bir yadigarı olduğunu ve aramızda konuşulan eğlencenin yabancı gelmediğini, tek emelin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğunu, her iki milletin tarih bakımından çok eski olduklarını belirtmiş ve büyük mazinin mahfuz kalacağını söylerek şöyle devam etmiştir:
- Kendilerinin işgal ettikleri makam çok büyüktür. İnandıkları ve inandığımız yolda bütün Ortodoks aleminin faaliyette bulunması için, manevi nüfusları en büyük amil olacaktır!
Heeeeey, heeeeey, heeeeey, müslüman Türk topluluğu!!! “Türk Ocağı” gibi bir yaftanın altında veya maskenin arkasında, bu sözler senin yüzüne nasıl söylenebiliyor? Cedlerinin raşedar şehadet parmakları halinde göklere uzattığı minarelerle çevrili, İslamın Bizansa karşı tarihi zafer beldesinde, bir Hamdullah Suphi Tanrıövmez, resmen ve alenen, Patriğin manevi sahabetine nasıl sığınır, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorloğu’ndan eski olduğunu niçin söyler, Bizansın bir yadigarı olduğunu ne yüzle telaffuz eder, aramızda konuşulan Eğlencenin yabancı olmadığını, yani ana dilimiz gibi bizden olduğunu ne cesaretle iddia eder ve tek emelinin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğu lafile acaba neyi kasdeder?
Patriklik makamını “çok büyük” sözüyle tazim eden Tanrıövmez, farkında mıdır ki, bu sözleri o da harp ve düşmanlık mevsiminde bulunmak şartı ile, ancak Türk düşmanı bir Yunanlı söyleyebilir? Amerika’daki dinler arası kongreye iştirak vesilesi ile Patriği tanıyan Hamdullah Suphi, yoksa Patriğin maiyetinde, Peygamber ve Şeriat farkı ihtilafını kaldırıp, sadece Allah’ın varlığı ve birliği üzerine müesses yeni bir din sevdasında mıdır ve bunun için mi eski ve malum Türk Ocakları Reisi cübbesine bürünmeye lüzum görmüştür?
Bütün maskeleri, bütün nesepleri ve iç yüzleri ile beraber çekip göstermek için, taraflardan tek bir karşılık bekliyoruz!
Tanrıövmezin evinde, böyle bir beynelmilelcilik cereyanının ilk kadrosunu çizen toplantının (Vatan) sütunlarında gördüğümüz fotoğrafında, meşhur avdeti Ahmet Emin Yalman’ın da manevi Bizans İmparatoru Haşmetlü 1. Athenagorasın solunda yer aldığını kaydetmek, davanın renk tonunu belirtmek bakımından faydalıdır!
Kovadis Tanrıövmez? Hiç olmazsa “Türk milleti dinler arası yakınlık istiyor!” tarzında bir iftira selahahiyetinden ve (Türk Ocağı) oyunundan vazgeç de, git dilersen kendine “Tanrıöver” in Eğlence karşılığını ruhanilik ismi olarak seç ve Türklük, Türkçülük iddiasını başkalarına bırak!
Yunanlılar, asılları kendilerinden olduğu halde, başımızda tuttuğumuz ve temsilciliğine göz yumduğumuz sizin gibi insanlar yüzünden mi yoksa, Türk çocuklarını hor ve hakir görmeye yeltendiler?

Necip Fazıl Kısakürek
27 Mayıs 1949
Hücum ve Polemik
(Büyük Doğu Yayınları, Eylül 1992 baskısı, sf:115-117)

DİYALOGÇULARA REDDİYELER - 6

DİYALOGÇULARA REDDİYELER - 6

İMAN – KÜFÜR    KARDEŞLİK -AKRABA – AŞİRET  
İslamda asıl olan din kardeşliğidir. Zira Kur’an –ancak mü’minlerin kardeş olduğunu- beyan etmektedir.
Dolayısıyla kardeşlik ve dostluk hukuku ancak gerçek mü’minler arasında cari olabilir. Gerçek iman sahibi olmayan iki yüzlü yapmacık Müslümanların birbirlerini kardeş gibi sevmeleri, Allah için dost olmaları asla mümkün değildir. Nitekim İslam aleminin hali ortadadır. Bir çok dini cemaat ve gurubçuklar, darmadağınık bir halde siyonizme yem olmuşlar, fakat yine de İslam için çalıştıklarını, gayelerinin de Allah rızası olduğunu söylemektedirler.
Özellikle bazı diyalog medfunları, işi o raddeye getirdiki, Müslümanları terk edip Yahudi ve Hıristiyanları cennete sokacaklar, onların rızasını tebriğini kazanmak için her türlü dalkavukluğu yapmaya çalışıyorlar. Bunların hidayeti için dua ederiz, değilse ıslahları için –kurdun ıslahı gibi- Allahu Teala ya yalvarırız.
Şimdi diyalog saçmalığına asla cevaz vermeyen dinimizin ilahi kelamından birkaç ayeti zikredelim. 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُولَئِكَ


هُمُ الظَّالِمُونَ

Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”  (Tevbe: 23)
İbni Abbas r.anhuma derki, bu ayetler Mekke’den hicret etmeyenler hakkında inmiştir. Hicret ayeti gelince onlar şöyle demişler: ‘Eğer hicret edersek babalarımızı, evlatlarımızı, akrabalarımız (la alakamızı) kesmiş oluruz, ticaretimiz gider, mallarımız helak olur, evlerimiz harabe olur, zararda kalırız.’
Denildiki Mekke’ye kaçıp dinden dönen dokuz kişi hakkında inmiştir. Onlarla dostluktan men edildiler. Onlarla dostluk yapmayın, onlar sizi imandan ve Allaha itaatten men ederler.  Onlar küfrü imana karşı sevmişler.
Allah için sevmek, Allah için buuz etmek imanda büyük bir asıldır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sizden hiç biri Allah için sevip Allah için buuz etmedikçe imanın tadını tadmış olamaz.”
Mücadele suresinin 22. ayeti de bu konuyu açıklar:
لاَ تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ

عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ اْلإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا اْلأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا

رَضِيَ اللهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا     عَنْهُ أُولَئِكَ حِزْبُ اللهِ أَلاَ إِنَّ حِزْبَ اللهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 “Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları kuvvetlendirmiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın taraftarları olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın taraftarı olanlardır.” (Mücadele: 22)
Allah ve ahıret gününe iman eden bir topluluk, Allah ve Resulüne muhalefet eden bir topluluğu sevemez. Onlarla dostluk kuramaz. İsterse bu kimseler babaları, oğulları, akrabaları, kavmi, kabileleri olsun farketmez. Zira onlar din hususunda farklı olan kimseler ile kardeş değillerdir. Bu müminler için kalblerinde iman yazılmıştır ve Allah tarafından bir ruh ile kuvvetlendirilmişlerdir. Allah’ın yardımı ile hayat bulmuşlardır. Zira iman kalbin hayatıdır.
Onları, ağaçlarının ve köşklerinin altından dört nehrin aktığı cennetlere girdirecektir. Orada ebedi kalacaklardır. Ölüm, hastalık, fakirlik, yok olmak gibi bir korku yoktur. Allah onlardan iman ve taatleri sebebiyle razı olmuştur. Onlar da Allah’tan ikramlar ve mükafatlarla razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın ordularıdır. Dikkat edin Allah’ın orduları kurtulanlardır. Sevdiklerine zafer bulanlar dır. Şeytanın orduları ise mahrum olup rüsvay olmuşlardır.
Rivayet edildiki Ebu Bekir (Radıyellahu anhu) in babası Ebu Kuhafe, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e dil uzatmıştı. Bunun üzerine Ebu Bekir (Radıyellahu anhu) ona bir vuruşla vurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki “Öyle mi yaptın?”
Dedi ki, ‘evet.’
Buyurdu ki, ‘öyle yapma!’
Ebu Bekir dedi ki ‘Allah’a yemin olsun ki yakınımda kılıç olsa idi elbette onu öldürürdüm.’ Bunun üzerine ayetler indi. (Daha sonra babası da müslüman oldu.)
İşte imanın kalbe yazılmasının neticesi….. Bunun karşısında kimse duramaz. Bu iman olmadıkça, kafirlere karşı mücadele etmemiz asla netice vermeyecektir. O halde kafirlerle diyalog işini acilen terk edip, Müslümanlarla kardeşlik hukukunu canlandıralım, hediyeleşip birbirimizi Allah için sevelim, kusurlarımızı karşılıklı olarak itirafd edip görmezlikten gelecek bir anlayışa ulaşalım, artık ondan sonra fetih kapıları açılır, biiznillah!... 

DİYALOGÇULARA REDDİYELER - 5

DİYALOGÇULARA REDDİYELER - 5


RESULULLAH S.A.V BÜTÜN ALEME GÖNDERİLMİŞTİR.

Bazı diyalogçular, Resulullah s.a.v in bütün insanları islama davet etmediğini, herkesin iman etmesinin lazım gelmediğin, islamın bunu emretmediğini v.s. şeyler sayıklamaktadırlar.

Bu gibi iftiralar karşısında, Kur’anın kesin hükümlerini zikretmekten başka yapacak işimiz yok.

Resulullah s.a.v in bütün aleme gönderildiğine dair ayetler:

En’am suresi: 19

    {وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لِأُنْذِرَكُمْ بِهِ وَمَنْ بَلَغَ} [6/19]

Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.”


Furkan suresi: 1
    {تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيراً} [25/1]

Âlemlere korkutucu olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah, çok yücedir.”

Sebe’ suresi: 28
    {وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ} الآية [34/28]
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”

A’raf suresi: 158
    {قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعاً} الآية [7/158].
“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın (gönderdiği) elçisiyim.”

Şu ayetlere insafla bakan ve kalbinde zerre miktarı iman olan insaf sahibi herkes, son peygamber Muhammed sallallahu aleyhi ve selemin, bütün aleme gönderilen Allah Resulü olduğunu anlar ve katiyetle buna iman eder.
Buhari hadisi şerifinde diğer peygamberlerden ayrı olarak kendisine 5 hususiyyet verildiğini bizzat açıklayan Efendimiz s.a.v, bunlardan birinin de “Bütün aleme gönderilmiş olduğu” dur.

Şimdi hangi felsefe ve mantık oyunuyla, yaldızlı sözlerle bu kati hükmü değiştirecekler, buna en ufak bir muhalefet bile insanı iman nimetinden mahrum eder. Çok iyi düşünmek lazım, ebedi hayatı zehir edecek şeylere aldanmamak lazım.

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 4

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 4


EHLİ KÜFÜRLE SAVAŞMAK NE ZAMANA KADARDIR?

Şimdi zikredeceğimiz ayeti kerime, Tevbe suresi 29. ayettir.
Bu ayeti kerimeyle islamın cihan şumul hedefi, kıyamete kadar devam edecek olan kaidesi beyan edilmiş oldu. Bu hüküm sonra gelen başka bir hükümle nesh edilmedi (kaldırılmadı) ğine göre, o halde kıyamete kadar yaşayan Müslümanların vazifesi bizzat Allahu Teala tarafından beyan edilmiş oluyor.
Hadisi şerifte cihadın kıyamete kadar devam edeceği, hiçbir adil veya zalim idarecinin bunu değiştiremeyeceği de beyan edilmiştir.
Tabiî ki cihadın değişik safhaları ve mevzıları vardır. Herkes kendi konumuna göre İslam için maddi ve manevi hizmetlerde bulunarak bu cihada ortak olmalıdır.

  {قَاتِلُوا الَّذِينَ لا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلا بِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ

   وَلا يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ}

Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edin- meyen kimselerle, alçak olup kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”
Tefsirlerde şu açıklamalar var:
Allah ve ahıret gününe inanmayanlarla savaşın. Onlar Allah ve Resulünun haram ettiğini haram etmezler. Haram olduğu  kitap ve sünnet ile kesin sabit olan şeyleri. Onlar eski dinlerinin asıllarına inanç ve amel bakımından tabi olmazlar. Hak dini –islamı- din olarak kabul etmezler. Hak ehlinin itaatı gibi Allaha itaat etmezler.
Bunlar kendilerine kitap verilenlerdendir. Yahudi ve hıristiyanların imanı, iman sayılmaz. Bunlarla savaş, cizye vermelerine kadar devam edecektir.
Onlar cizyeyi zelil bir halde elleriyle teslim edecekler. Vergiyi ödeyen ayakta durur, binekten iner. Vergiyi alan müslüman oturur. Onu silkeyerek “Ey Allahın düşmanı! Cizyeyi öde” der.
Cizye ehli kitaptan alınır, arapların müşriklerinden alınmaz, onlar öldürür. acemler ve mürtedlerde aynı şekildedir.
Kötürüm, fakir, çocuk, kadın, köle ve insanlara karışmayan rahiblerden cizye alınmaz.
Zenginlerden senede 48 dirhem alınır. Her ay için 4 dirhem, orta hallilerden bunun yarısı 24 dirhem alınır.  Çalışabilen fakirden 12 dirhem alınır. (Bir dirhem 3,2 gramdır.)
Mektubatı Rabbani’de, İslam halifeleri tarafından cizyenin kaldırılması şiddetli şekilde tenkit edilmekte ve cizye alınmasının hikmet ve sebebleri açıklanarak, -onların devamlı korku altıunda hakir ve zelil olmalarıdır- denilmektedir.
Allah dostları ve ahıret alimleri böyle derken, şimdiki dünyacı ilim hırsızları ne derese desin hiçbir şey ifade etmez. Haktan öte dalaletten başka ne vardır….

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 3

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 3


EHLİ  KİTABIN  HAKKI GİZLEMESİ

Ehli kitabın, kendilerine bildirilen bir çok hakikatleri gizlemesi, Kur’anı Kerimde zikredilir. Bunlardan biri de Saff suresi 6. ayette zikredilir:


  {وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرائيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ
يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ}


Hatırla şu vakti ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın (gönderdiği) resulüyüm, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir sihirdir, dediler.”

Bu ve benzeri bir çok ayeti kerime, ehli kitabın hakkı hakikatı gizlemedeki hilelerini açıklamıştır. Bu zalim herifler, asla kötü hallerinden dönmeyeceklerine göre, içlerinden bazısının hidayet bulması, onların genel olarak sapık ve lanetli olmalarını değiştirmez… taki ilahi emir gelene kadar İsa a.s. zuhur edip İslam tamamen hakim olana kadar bunlarla mücedelemiz devam edecektir.
Bu hakikatı kendi zanni uygulamalarıyla kimse değiştirmeye kalkmasın, veya bir takım tevillerle şimdiki ehli kitabın evvelkiler gibi olmadığını iddia etmesin. Aslına bakarsak şimdikiler evvelkilere taş çıkartıyor, öyleki bütün dünyayı kendi emirleri altına alarak kültür emperyalizmi ile insanlığı esir etmişler, maddi güç ile zulümlerini küfürlerini her yere sokmuşlardır.
Ehli kitab insaflı olsa, hayır sahibi olsa acaba dünyada aç ve açık kimse kalırmı, açlıktan susuzluktan kimse ölürmü. Böyle savaşlar olurmu.
Asla! Şu yaşadığımız dünyayı mazlumlara zehir eden, müslümana kan kusturan ehli kitab değimli?
Bunlar zikrettiğimiz ayeti kerimenin haberini –son peygamberi- gizlemekle en büyük ihaneti yapmış olmadılar mı?
Şimdi bunlara yağcılık yaparak “Herkesin Müslüman olmasını istemek islamın emri değilmiş veya tevhidin ilk kısmını söylemek yetermiş” gibi martavalları diline dolayan ilahiyatçı, müftü, prof. taifesine ne demeli. Elin gavuru kendi dini anlayışına göre mücadelesini ediyor, batılda devam ediyor, ya siz müslümanız dediğiniz halde bu gavurluk ne dir???

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 2

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 2

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ وَلا تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلا الْحَقَّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ

رَسُولُ اللَّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ وَلا تَقُولُوا ثَلاثَةٌ انْتَهُوا خَيْراً

لَكُمْ إِنَّمَا اللَّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى


بِاللَّهِ  وَكِيلاً(171) لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَسِيحُ أَنْ يَكُونَ عَبْداً لِلَّهِ وَلا الْمَلائِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَنْ


يَسْتَنْكِفْ عَنْ  عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيْهِ جَمِيعاً(    172    )     
Bu ayetlerde mealen şöyle buyruluyor:
171- Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesîh, ancak Allah'ın resûlüdür, (o) Allah'ın, Meryem'e ulaştırdığı "kün: Ol" kelimesi (nin eseri) dir, O'ndan bir ruhtur. (O'nun tarafından gönderilmiş, yahut teyit edilmiş, yahut da Cebrail tarafından üfürülmüş bir ruhtur). Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "(ilah) üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Gökler de ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172- Ne Mesîh ve ne de Allah'a yakın melekler, Allah'ın kulu olmaktan geri dururlar. O'na kulluktan geri durup büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakın da huzuruna toplayacaktır.
Bazı hırıitiyanlar İsa’nın a.s. Allahın oğlu olduğunu söyler. Bazıları da İsa’nın Allah olduğunu söyler. Bazıları da İsa, Allah ile beraber ilahtır der. Bütün bu sözlerden, Allahu Teala son derece münezzehtir, yücedir.

Allahu Teala böyle iftira atanların kafir olduğunu Kur’anda açıklamıştır.

“Meryem’in oğlu Mesih İsa, Allahtır, diyenler kafir oldu.” (5/17)

“Muhakkak Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler kafir oldu.” (5/73)

Bunların bu gibi sözlerini Allahu Teala şöyle iptal etmiştir:

“Ancak Meryem’in oğlu Mesih İsa, Allahın Resulüdür, Meryem’e attığı kelimesidir.” (Nisa: 171)

Ne Mesîh ve ne de Allah'a yakın melekler, Allah'ın kulu olmaktan geri dururlar.”

Bu zalimlerin iftiraları, İsa a.s. ve annesi Meryem validemize zarar vermez. Onlar ayetin beyanına göre Alahu tealaya kulluktan erinmezler, zorlanmazlar, seve seve kulluk vazifelerini yaparlar. 
Böyle sapık rezil ve iftiracı fikirli adamların neresiyle diyalog olacak! Bunlarla nerde anlaşma ittifak olacak! Ya sen bunların şirkini kabul edeceksin ki bu çok büyük bir küfürdür, ya da onlar senin tevhid inancına dönecek. Onlar tevhide dönmediğine göre, sen nasıl onlarla diyaloga devam edeceksin!
Küfür damarlarına işlemiz iftiracı melun heriflerle bir masada oturup tebessüm ederek onların şu rezil sözlerini dinleyen bir Müslüman, acaba imanlı halini kaç gün, kaç saat veya kaç dakika koruyabilir???
Ahır zamanda bir çok kimsenin dinden çıkacağı haber verildi. Sabahleyin evinden Müslüman olarak çıkan bir çok kişinin akşama evine kafir olarak döneceği, akşam evine Müslüman olarak giren bir çoklarının da sabaha kafir olarak çıkacakları da haber verildi.
Bu ahır zaman fitnelerinden sakınmanın yolu, ilim ehline yakın olarak islamı güzel yaşayan kimselerle birlikte olmak, Allah dostlarının etrafında halka olmak, taviz vermeden samimi olarak dini yaşamakla mümkün olur. Bu da ancak ehli sünnet topluluğudur. Allahu Teala bizleri onlardan dünyada ve ahırette ayırmasın.

http://www.alikarahoca.net

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 1

DİYALOGÇULARA REDDİYELER – 1





Bu yazılarımızda, diyalog işini kendilerine meslek edinenlere, delillerle cevablar yazacağız.
İnşallah sizler de bu yazılarımızı ilgili kişilere sitelere ve sahifelere aktarırsanız, bu fitnenin önlenmesinde bir miktar hizmet etmiş oluruz. Mahmud Efendi Hazretleri k.s. umre seferinde Medine-i Münevvere’de iken bu hususta reddiye yapmamızı bütün hoca kardeşlerimize emir buyurmuştur.
Bu açıklamalarımızın, din dertlisi kardeşlerimiz için destek olup, muhalifler için de ikaz ve irşada sebeb olmasını dileriz.
Şimdi İbrahim a.s. ile alakalı bazı ayetleri zikredelim de, bu yüce peygamberi sahiplenmeye kalkan ehli kitaba, Kur’an diliyle cevab verelim:

    {يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَاجُّونَ فِي إِبْرَاهِيمَ     وما أنزلت التوراة والإنجيل إلا من بعده

أفلا تعقلون }


Bu ayette (Ali İmran:65) Mevla Teala mealen buyuruyor:
“Ey Ehli kitab! İbrahim hakkında niçin mücadele edersiniz; halbuki Tevrat ve İncil ondan sonra indirildi. Hala daha akıllanmayacakmısınız!”
Bu ayeti kerimenin açıklamalarında şöyle denildi: Onların İbrahim a.s hakkındaki mücadeleleri, yahudilerin şu sözü: İbrahim Yahudi idi ve Hıristiyanların şu sözü: İbrahim Hıristiyan idi.
Allahu Teala her iki fırkayı da red ederek, yaptıkları haksız mücadeleyi iptal etmiştir ve İbrahim a.s zamanında Yahudilik ve Hıristiyanlık olmadığını, Tevrat ve İncilin daha sonraları indirildiğini beyan etmiştir.
O halde iki kitab ehli mensublarının iddia ettikleri ve İbrahim a.s. ın kendilerinden olduğu şeklindeki sözleri açık bir iftira olup, bir çok iddiaları gibi kuru bir söz olarak kalmış, boş bir iddiadır.
Şimdi bile bu iddiayı savunan bir takım zavallılar, özellikle yağcı yardakçı sözümona Müslüman diyalog sapkınları, Kur’anın bu açık ifadesine rağmen üç din mensubunu aynı peygamberi kabul etmekle birleştiğini v.s. buhtan ve iftiraları çekinmeden söylemektedirler.

Diğer bir ayette şöyle buyruldu: (Bakara: 140)

    {أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ     وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالْأَسْبَاطَ كَانُوا هُوداً

أَوْ نَصَارَى قُلْ أَأَنْتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللَّهُ}  

“Yoksa şöyle mi derler: Muhakkak İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları da Yahudi veya Hıristiyan idi. Deki: Siz Allah’tan daha iyi mi bileceksiniz!”
Bu ayeti kerimeyle de, meselenin hakikatını ALlahu tealanın herkesten daha iyi bildiği açıkça beyan edilmiş oluyor. Başkaları bunun hılafını iddia ederse, ayeti kerimenin devamında bildirildiği gibi iftiracı zalimlerden olur ki, onların zulmüne denk başka bir zulüm bulunmaz. O halde bu zalimlere kimler ortak oluyor? Niçin ortak oluyorlar? Hedeflerinde ne var? Bu gibi yüzlerce soruyu size bırakıyoruz…

Şimdi Ali İmran suresi 67. ayeti kerimenin beyanıyla, İbrahim a.s. ın nasıl bir peygamber olduğu, hangi usul üzere bulunduğunu görelim:

    {مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيّاً وَلا نَصْرَانِيّاً وَلَكِنْ كَانَ حَنِيفاً مُسْلِماً

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ}

“İbrahim, Yahudi ve Hıristiyan değildi. Lakin hanîf Müslüman idi, müşriklerden de değildi.”
Hanif: Bütün batıllardan uzaklaşıp hakka yönelmiş, sadece Allaha teslim olmuş idi.
Yani: Tevhid inancı üzere olup, ehli kitabın ve müşriklerin vasıflarından son derece uzak, tertemiz bir Müslüman idi.
O halde, üç ilah iddiasındaki Hıristiyanlar, veya Allah’a oğul-kız isnad eden Yahudiler, asla İbrahim a.s. ile münasebeti olmayan inkarcı kafirlerdir. Bunların İbrahimi a.s. seviyoruz demeleri de geçersizdir, onların sevgi iddiası İbrahime a.s. ulaşmayan, boş kuru bir iddiadır.

Netice: Bir takım kötü niyetli ve güya din adamı (İlahiyatçı-prof. v.s. takımı) namındaki, dinini az menfaat karşılığında satmaya cüret eden zavallılara açıkça sözleriz ki; yaptığınız yanlışlık veya saptırma veya ihanet, basıret sahibi ilim ehline gizli değildir. Daha fazla batmadan ve cahilleri de batırmadan, ahıret sorumluluğundan kurtulmanın çaresine bakın, yaptığınız yanlışlıkları açıklayarak tevbenizin samimi olduğunu ispat edin.

Yoksa H. Karaman gibileri, kendisine deliller getirilince, “Ben o sözümü açıkladım, muradım o değildi, v.s.” sözlerle kimse kıvırmasın. Yanlışa sebeb olanlar, yanlışları kadar düzeltmeye de çalışmalıdırlar, yoksa tevbe sahih olmaz.


25 Ağustos 2011 Perşembe

İhsan Eliaçık; Mesele Zamanın Sözünü Söyleyebilmek!

İhsan Eliaçık; Mesele Zamanın Sözünü Söyleyebilmek!




İbrahim Çolak, Güven Adıgüzel ve Yasin Kara’nın birlikte neşrettiği Racon Dergisi çıktı. Dergide İhsan Eliaçık ile yapılmış röportajın bütünü İzdiham’da…


 İhsan Eliaçık: Mesele söz söylemek değil;
Mesele zamanın sözünü söyleyebilmek!

Hocam öncelikle yorucu bir fikir taarruzu öncesi bir hal-hatır soralım ve merhaba diyelim… Nasılsınız, iyi misiniz? Sağlığınızla ilgili bir problem yaşadığınızı duyduk, sıhhatiniz yerinde mi?
Yo, iyiyim Allah’a şükür. Bir şikayetim yok.


İhsan Eliaçık ismi özellikle son iki yıldan beri hem sosyalistlerin hem de Müslümanların gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. İsterseniz şöyle başlayalım; sizin Kur’an’dan hareketle öncelediğiniz mülksüzlük fikri birtakım çevreleri – tam olarak- neden rahatsız etmiş olabilir?
Bir takım çevreler dediğiniz dindar muhafazakârlar. “40 yıldır bekliyorduk, sen de nereden çıktın?” diyorlar. Bu her şeyi anlatıyor aslında. Allah’a inanır fakat güvenmezler. Mülk konusu bunu deşifre ediyor. Eee bu da az sinir bozucu bir durum değil.
“İslam’da zekatı verildikten sonra kişinin istediği kadar servet sahibi olmasına müsaade edilmişken…’’ Cümlelerine bu şekilde başlayıp, sizi çok ağır eleştirenler var. Bu eleştirilerin dayanağı bildiğiniz üzere Bakara suresi 247. ayet, yani ‘’Allah, kime dilerse mülkünü verir’ Eleştirenlerle nerede anlaşamıyorsunuz? Ayrıca -kenz ve infak kavramlarının yeniden tanımlanmaya ihtiyaçları var mı?
Zekat, mülk, kenz, infak… Bunların yeniden düşünülmesi lazım. Bunlardan aynı şeyi anlamıyoruz. Zekat fazlalık demek, İhtiyaçtan fazla olanı vereceksin. “Zekatı verildikten sonra…” ‘’fazla olanı verildikten sonra’’ demektir. Fazla olanı verince nasıl servetin olacak? 40/1 olarak anlarsan oradan servet çıkarırsın böyle. Kur’an 40/1’i eleştirir. Necm; 34. ayette “Azını verir çoğuna cimrice sarılır” deniyor. Kim bu? Ebu Cehil. Onun gibi anlıyorsan zekatı, devam et, onun gibi servet sahibi olursun. Kur’an bunu kaldırmıştı, tuttular zekat fıkhının temeli yaptılar. Olacak iş mi? Bak kardeşim, İslam’da şahsi zenginliğe izin yoktur. Toplumsal zenginliğe izin vardır. Tek başına kurtuluş yok. Biri yerken diğeri bakmayacak, biri açken diğeri tok yatmayacak. Olacaksa hepimizde olacak, olana kadar da bölüşeceğiz.
Yeni bir din mi icat ediyorsun tonlamaları ile Martin Luther olmaya çalıştığınızı iddia edenler hatta dinden çıktığınızı söyleyenler bile var. İslam’ın Martin Luther’i olmaya mı çalışıyorsunuz? Dinde reform gibi söylemler sizin için ne ifade ediyor?
Tamamen yalan, külliyen uydurma. Müslümanlara yıkıldıkları yeri gösteriyorum. Ben Allah’ın kitabına sarılan, Hz. Muhammed’i son peygamber bilen ve onun şeriatı üzere olan bir Müslümanım. “Kenz etmeyin, infak edin” diyorum adam “Komünistlik bu” diyor. Asıl bunu söyleyenler değişmiş, yeni bir din icat etmiş. M. Akif der ki: “Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun/Yıktın da onunla din-i mubini yeni bir din kurdun.” Yeni bir din kurulmuş zaten. Tam tersi biz bu yeni dine karşı çıkıyoruz, dinin kadim özünü, aslını hatırlatıyoruz.



İbadet-Nusuk ayrımınız var. Namaz-oruç-zekat ibadete dahil olan şeyler değil midir?
Zekat hariç orada. Şimdi şöyle. Kur’an’da 170 küsur yerde ibadet, 6-7 yerde nusuk (menâsik) kavramı geçiyor. İbadet geçen yerlerde namaz, oruç, hac, kurban geçmiyor. Bunlar nusuk geçen yerlerde geçiyor. Buradan hareketle İslam’da ibadet namaz, oruç, hac kurban değildir, bunlar nusuktur diyoruz. Nusuk bugünkü tabirle ritüel oluyor. Nusuk ile ibadet arasında üç fark var: 1- Nusuk önceden belirlenmiş hareketlerden oluşur, ibadette önceden belirlenmiş hareketler yoktur. 2- Nusukun yeri ve zamanı vardır ibadetin yoktur. 3- Nusuku yapan herkes öyle yapmak durumundadır ama ibadet herkesin farklı olabilir. Mesela rüku, secde nusuk(ritüeldir) ama hayatta kimsenin önünde eğilmeme, mütevazi olma ibadettir. Tavaf nusuk (ritüel) dur ama halka karışma, eşitlenme ibadettir. Kurban kesmek nusuktur ama yakınlaşmak, kaynaşmak ibadettir. Domuz eti yememek nusuktur ama domuzlaşmamak, yiyicilik yapmamak ibadettir. Bu durumda nusuk ibadetin gübresi oluyor. Onu besliyor, saklı manevi dinamik olarak diri ve canlı tutuyor, gübrelendikçe daha gür meyve veriyorsun.



Sahabeler içersinde –hepsinin gözümüzün bebeği ve gönlümüzün sultanı olduğunu belirtmekle birlikte- özellikle Hz. Ebu zerr Gıffari’yi ayrı bir yerde tutan, ona farklı bir muhabbet besleyen Müslümanların sayısı bir hayli fazla. Başta Cübbeli Ahmet Hoca olmak üzere; ‘İhsan Eliaçık da tutturmuş bir Ebuzer gidiyor, başka sahabe mi yok sanki’ mealinde bir takım sözler söylüyor. Biraz Ebuzer’den konuşalım isterseniz, kimdir Ebuzer, neden önemlidir? Ebuzer’in ismi neden rahatsızlık verici sizce?
Ebuzer İslam vicdanında bozulmaya dur demenin adıdır. Hayatına bakın Hz. Peygamber’den zerre farklı bir söylemi ve yaşantısı yok. Muaviye ile Ebuzer’i yan yana koyun, hangisi Hz. Peygamber’in söylediğini söylüyor ve yaşadığını yaşıyor? Hangisi benziyor? Doğru ile yanlışı, hak ile batılı, adalet ile zulümü birbirine karıştırmak, o da olur bu da olur demek, doğruya, hakka, adalete ihanet olur. Ayırmak zorundayız, neye mal olursa olsun bunu yapmak zorundayız. Muaviye, bir tartışmasında Ebuzer’e diyor ki: Tövbe 34 ayetinden başka ayet mi yok ki bunu söyleyip duruyorsun? İslam bu mu sadece? O da diyor ki: Kaçıyorsun, kendini ve halkını aldatıyorsun ama Allah’ı aldatamazsın. Evet var, Kur’an’da çok ayet var ama “zamanın sözü” budur. Ben de zamanın sözünü söylemeye çalışıyorum. Mesele söz söylemek değil; zamanın sözünü söylemek!

Geçtiğimiz aylarda sosyalist dergi RED’e röportaj verdiniz. Söylemlerinizin sol-sosyalist-komünist çizgide de itibar görmesini neye bağlıyorsunuz? Ayrıca daha açık sormak gerekirse İhsan Eliaçık, aynı zamanda solcu, sosyalist ya da komünist mi?
Hayır değilim. Solcu, sosyalist veya komünist değilim. Hiçbir yerde olduğumu da söylemedim. Siyaseten konuşmuyorum, hakikaten değilim. Moda tabirle gizli ajandam filan da yok kardeşim, öyle olsam söylerim. Bu konuda söylediğim şu: Kur’an’dan kapitalizm çıkmaz. Çıksa çıksa dini ahlaki bir sosyalizm çıkar. Sosyalizm, dinlerin nispeten tarihten çekildiği bir anda modern çağın vicdanı olmuştur. Müslümanlar tarihe geri dönmek istiyorlarsa insanlıkta sosyalist vicdanın kaldığı yerden neşvü neva olmak durumdadırlar. Yani kendilerini yeniden inşa etmek, doğmak ve yayılmak durumundalar. Modern çağda İslam’ın doğal müttefiki kapitalizm tarafı olamaz, sosyalist taraf olabilir. İslam dünyasında bir sürü İslam sosyalizmi diye kitap çıktı ama bir tane bile İslam kapitalizmi diye kitap yok. Neden? Yakışmıyor çünkü. “İslam, o değil bu değil” dediğin zaman çağın idrakine hitap edemiyor, çağın içine, atardamarlarına giremiyorsun. Klasik Marksizm ile bizim aramızdaki fark onların metafiziği yok, bizim var. Marksizm benim açımdan sadece bir tecrübedir, ideoloji, dünya görüşü veya din değil. Kendime Marksist, sosyalist demek zorunda değilim ama Müslüman demek zorundayım. “Seninki nasıl bir Müslümanlık anlat hele” dendiğinde anlattıklarım Marksizm’e ve sosyalizme yakın görünüyorsa bu benim için avantaj olur. O zaman gelin birlikte yapalım derim, dışlamam, kaçmam, rahatsız olmam.



Üstad Ali Şeraiti, fikri yapılanma sürecinizde ne derece etkili oldu? Ayrıca bu ismin sizde ki karşılığı nedir?
Okumadığım kitabı yoktur tabiî ki. Ali Şeriati’den çıkardığım bir ders var. O, İran’da mollaya karşı kitabın ortasından konuşmadı. ‘Sorbon’da okumuş, aslında olmayan sosyalist fikirleri Kur’an sokmaya çalışıyor’ dediler. Tefsir yazmadı mesela. Ama ben tefsir yazdım. Mollaya karşı kitabın tam ortasından konuşuyorum, Arapça ise Arapça buyur gel. Kur’an’ın ruhunda bu iş var kardeşim. Sosyal adalet, yoksulla beraber olma, öksüzü koruma, ezilenlere arka çıkma çok güçlü bir tema olarak var. Sosyalizm antipatisi yüzünden boşuna kasınmayın. Kendinize sosyalist, komünist demeyin tamam, ama bunlarla ifade edilen değerler Kur’an’da esaslı bir şekilde var. Kendiniz açın görün. Kendinize başka bir şeyin deyin ama bunu görün. Adam gençken solcu bir kıza aşık olmuş, pas vermemiş kız, bana sol, sosyalizm deme diyor, tüyleri diken diken oluyor hala. Öteki de mesela küçükken cami hocasından dayak yemiş süphanakeyi okuyamadığı için bana Allah, kitap, din, cami deme diyor, tüyleri diken diken oluyormuş hala…



Yazılarınıza baktığımızda, yoğun bir şekilde anti-kapitalizm, anti-modernizm ve anti-emperyalizm görüyoruz… ‘Abdestli Kapitalizm’ fikrinden hareketle, hem Müslüman hem kapitalist olunmaz sözünüzü nereye oturtmalıyız? Kimdir bu abdestli kapitalistler?
Kapitalizme abdest aldıranlardır. Adam işyerinde mescit açmakla, işçiye iftar ve sahur yemeği vermekle işin biteceğini sanıyor. Öte yandan asgari ücretle işçi çalıştırıyor, üründen emekçiye pay vermiyor, ustası hala kirada kendisinin apartmanı var. Üstelik sendikaya üye olanı çıkarıyor, işyerinde “İslam’da grev yoktur, sendika caiz değildir” diye de broşür dağıttırıyor. 70 yıllarda bunlardan birinin işyerinde grev olmuştu, bizim de kökümüz olan MTTB gibi mukeddessatçı, sağcı-muhafazakar gençlik merkezlerinden adam götürüp cihat namına işyerinde çalışmışlar grev kırıcılığı yapmışlardı. ABD filosunu değil; filoyu taşlayan Deniz Gezmişleri taşlattırmışlardı. Halbuki birlikte ABD filosunu taşlamaları gerekirdi. İşte bunlar abdestli kapitalistler olarak bugün de ülkeyi yönetiyorlar. Müslümanların Menderes-Demirel-Özal-Erdoğan’dan gelen sağcı-muhafazakar çizginin bittiğini görmeleri gerekiyor.



‘Dağıtan büyük el’ rolünü üstlenmiş olan, cemaatlere bağlı bazı yardım kuruluşları var. Bu kuruluşların toplumsal işlevsellikleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Kökeninde iyi niyet olmakla beraber yeşil sermaye holdinglerinin akıbetine maruz kalabilirler. İyi işler tabiî ki yapıyorlardır, onları yeterince öven var. Benim bazı uyarılarım olacak: Bu kuruluşların yöneticileri iki yılda bir değişmelidir. Trilyonların döndüğü yerde bir kişi 17 sene başkanlık yapamaz kardeşim. Aldıkları infaklar cemaat kuruluşlarına, yandaş medyaya aktarılmamalı. O infaklar doğrudan yoksulun, mesakinin, yolda kalmışın, borçlunun,evsizin, garibanın hakkıdır. Türkiye’nin infak potansiyelinin cemaat kurumlarına aktarılması yanlıştır. Bir de yardım kuruluşunun, gelen infaklardan kendine bina, personele maaş, arsa, araba, reklam parası, örgütlenme finansı filan ayırması caiz değildir. Onun için ayrıca üye aidatı filan toplamaları gerekir. İnfak doğrudan doğruya yoksulun, muhtacın hakkıdır.



Mehdilik üzerinden yapılan yoğun tartışmalar var bildiğiniz üzere. Mehdi İnancı ile ilgili neler söyleyeceksiniz?
Bunlar tamamen yalan, külliyen uydurmadır. İslam ile hiçbir alakası yoktur. Uydurma rivayetlerin çoğu mehdilik hakkındadır. Ölen hiç kimse geri gelmeyecektir. Kur’an’a göre beklenecek üç şey vardır: Ölüm, afet ve kıyamet… Mehdi yani yol gösterici Kur’an’dır. Kur’an’dan başka mehdi arayanlar, hurafeye batmış, ehl-i kitaplaşmış topluluklardır. İbn Haldun Mukeddime’de mehdi hadislerini tek tek inceler ve tamamının uydurma olduğunu ispat eder.



Ayetullah Talegani ve Ali Şeriati çizgisindeki -Halkın Mücahitleri- grubuyla bir gönül bağınız mevcut. İran devriminin yarım kaldığını konusundaki görüşünüzü nasıl temellendiriyorsunuz?
İran’da şu an bir Şiî abdestli kapitalizmi kurulmuş durumda. Ali Şeriati yaşasaydı İran’da şu an ya öldürülür ya da kaçmak zorunda kalırdı. Bırakın Şeriati’yi Humeyni’nin bile çizgisinden sapmış durumdalar. Petrol şirketleri mollaların eline geçti. Halk yine altta, gariban, yoksul, perişan. Ne yapayım ben böyle devrimi? Molla malı götürsün diye miydi bunca kan, tufan, isyan…


 
Turan Dursun, bir dönem söyledikleriyle büyük yankı uyandırmış, zayıf kaynaklarına dayandırdığı mesnetsiz iddialarıyla gündemi epey bir meşgul etmişti. Ateizmin kendisine hep din içersinden bir mümbit kaynak aramasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Turan Dursun uydurma din rivayetlerinin kurbanı bir zavallıydı. Bu çok ilginç bir taraftan bizim gelenekçiler uydurma rivayetlerin doğruluğunu ispat için uğraşıyor, ama diğer taraftan bir takım ateistler de aynı şeyi yapıyor, bu çok tuhaf. Adam aynen şöyle dedi bana: “Bu hadisler sahihtir. Buhari’de şurada burada geçmektedir. Din budur, senin dediğin değil. Sen hadisi inkar ediyorsun. Eğer senin dediğin olursa elimizde halkı dinden soğutacak bir şey kalmıyor…” Bunu bir ateist söylüyor, ehl-i hadis olmuş adam (!).



‘’Muhafazakarlar ile Ergenekoncular arasındaki kavga tam bir “kuma” kavgasıdır’’ sözünüzü biraz açar mısınız?
Kuma birince eş üzerine getirilen ikinci eş demektir. Koca bir ama. Bunu siyasi olarak ifade edersek, Devleti yönetenlerin kocası ABD’dir. Ergenekoncular önceki eşiydi. Soğuk savaş döneminde bu evlilik iyi gidiyordu. Türkiye’nin İslam dünyasına sırtını dönmesinin gerektiği zamanlarda iyi iş gördüler. Şimdi koca taktik değiştirdi. Soğuk savaş bitti. İslam dünyasına sırtımızı değil yüzümüzü dönmemiz gerekiyor. Bunun eski taife ile olması mümkün değil. Yeni ve taze bir gözde lazım. Yani ikinci bir eş lazım; onun için kuma getirdi muhafazakarları. Onların önünü açtı, yol verdi. Üçüncüye kadar bu böyle devam edecek. Eskisi tabi bu duruma bozuluyor. Saçımı süpürge ettim, nereden çıktı bu takunyalı, nereden çıktı bu badem bıyıklı diye bozuluyor. Ee eskidiniz, kocadınız, taze lazım, niye bozuluyorsunuz? İşin garibi bunlar kerameti kendinde zannediyorlar. Zamanı gelince göreceğiz. Nasıl mendil gibi fırlatılıp atıldıklarını…



Borsa kaldırılmalıdır. Bankalardan uzak durulmalıdır. Kredi kartı sistemi modern köleliktir. Bunların hepsine tamam. Peki, Müslümanlara nasıl bir iktisadi model öneriyorsunuz, sizin ekonomi-politiğiniz nedir?
Ben bu işin kitaptaki yerini göstermeye çalışıyorum. Gerisini birlikte inşa edeceğiz. Tabii ki iktisatçılar onaylayacak, sosyologlar, ilahiyatçılar, siyasetçilerin hatta şairler ve edebiyatçıların katkısıyla…
Genel ilkeler söyleyebilirim: Mülkiyet bir hak değil görevdir. Ortaklaşacı üretim ve paylaşım düzeni esastır. Mal ve servet içimizden zenginler arasında dönüp dolanın bir tahakküm aracı almayacak. Bilgi, iktidar ve servet tekeline ve hele de hegemonyasına izin verilmeyecek. Üretimin üzerinden bütün vergiler kalkacak. Vergi servetten (kenzden) alınacak. Faizin, kiranın ve rantın emeği sömürmesine izin verilmeyecek. Buralara para yatırana ağır vergiler gelecek ve iki üç yıl içinde eritilecek. İş ve istihdama yatırırsa her tür kolaylık gösterilecek. Burada da emek-sermaye eşitliği anayasal güvence altına alınacak. Üretilen ürünün en az yarısı emekçinin olacak. Emeksiz kazanç suç sayılacak. Kimseye açlık sınırının altında maaş verilmeyecek. Aç kalmama hakkı anayasal güvencede olacak. Herkesin aç kalmama, barınma, tedavi olma, eğitim görme ve güven içinde yaşama hakkı temel vatandaşlık haklarından olacak. Kapitalizmin insanın bu türden korkularını sömürmesine izin verilmeyecek. Zenginin olmadığı yoksulun da kalmadığı bir toplum olacak, nihai hedef budur yani cennettir…



İHSAN ELİAÇIK İLE RÖPORTAJ-II. Bölüm:
Bağımsız bir düşünce adamı olduğunuzu her fırsatta belirtiyorsunuz ama yine de sormak isterim, siyasete girmeyi düşünüyor musunuz? Ayrıca Has Parti’ye yakıştırılıyorsunuz, Numan Kurtulmuş’u nasıl bilirsiniz?
Hayır siyasete girmeyi düşünmüyorum. Has-Parti’yi yakından izliyorum. Başarılar dilerim. Numan Kurtulmuş temiz birisi. Gelecek vaat ediyor. Milli Görüş geleneğini sağcı-muhafazakar ve abdestli kapitalizme teşne bilinç altını evrime uğratacak ve ilk kez sosyal adaletçi politikaların da bu iklimden çıkabileceğini gösterebilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. Kendisini daha da geliştirmesi lazım…



“İslam’ın Ötekileri” kitabınız merakla bekleniyor, neden böyle bir çalışma yaptığınızı ve kitabınızın içeriğini biraz anlatır mısınız?
İslam’ın Yenilikçilerini yazmıştım. Bunlar daha teorik ve düşünsel olanlardı. Şimdi de dipten, alttan akarak gelen, sarayın dışında gelişen bir damar var. Ali ve Ebu zerr’den başlayıp Zenc hareketinden Karmatilere, İsmaililerden, Babailere isyan ve başkaldırılarla dolu bir tarih. Devrimci İslam’ın döl yatağı. Bunları yazmak istiyorum Allah kısmet ederse. İslam’ın kayıp şehri: El-Muhtare ve İslam’ın yoldaşları: Karmatiler başlıklı iki yazım var. Onların genişletilmiş hali tarzında…



Sizin gibi düşünen diğer fikir adamları ve ilahiyatçılarla beraber bir blok oluşturmayı düşünüyor musunuz?
Tabiî ki isterim. Ama şu an daha çok fikirsel ve kültürel gidiyoruz. Bir zihniyet devrimi lazım, onun öncüleri de daha çok düşence adamları, yazarlar, şairler, edebiyatçılar, sanatçılar, film, müzik… Deha çok buralardan akmak gerekiyor, siyaset sonraki iş…



Abdurrahman Arslan’ın röportajları ‘Nehri Geçerken’ ismiyle kitaplaştırıldı. Siz de böyle bir şey yapmayı düşünür müsünüz?
Şu an öyle bir şey yok. Ama toplasam iki cilt bile eder. İleride olabilir, evet.



Sağlık güvenceniz yok mu sahiden? Yani hastaneye yatsanız rehin mi kalacaksınız?
Şu an öyle. Yayınevi sebebiyle bir şeyler olacak sanırım. Ama şu an yok, gerek de duymadım hiç. Vurdumduymazlık mıdır, sorumsuzluk mudur nedir, bilmiyorum. Bana öyle gelmedi hiç.



Kadir inanır, sizin Devrimci İslam kitabınızı okuduğunu açıkladı. Sinemayla aranız nasıl, en beğendiğiniz filmler hangileridir?
Evet okuyor. Öyle okuyan çok sanat camiasında. Sinemayla aram iyidir. Tarihi ve politik filmleri severim. İspanyol iç savaşında anarşist kadınların mücadelesini anlatan Libertarias filmi unutulmazlarım arasındadır. Hele de filmin son sahnesindeki anarşist rahibenin konuşması anlatmaya çalıştığım her şeyi anlatıyor: Özgürlük teolojisi…



Takip ettiğiniz edebiyat dergileri var mı?
Eskiden Dergah’ı ve Hece’yi çok okurdum. Şimdi Yolcu’ya bazen bakıyorum. Ama şiiri çok okurum. Serbest tarzdan ziyade ozan geleneğine daha yakınım. Kafiyesiz şiire şiir, bağlamasız müziği müzik demem yani. İsmet Özel’den ziyade Süleyman Çobanoğlu şiirleri ozan geleneğinin yeni hali olduğu için daha dikkatimi çekiyor.



İhsan Eliaçık’ın en büyük hayali nedir?
Tabiî ki cennettir. Zengin yok, yoksul yok, yöneten yok, yönetilen yok. Sınır yok, pasaport yok, devlet yok, polis yok, free özgürlük… Bu nedenle cennete iman acayip derecede devrimci, müthiş ilerici bir ütopyadır. Ütopya; olması mümkün olmayan değil; şu olmayan ama olması mümkün olan şey demektir… Bu eninde sonunda olacaktır, ya burada ya orada. Bu bizim itikadımızdır.
Son olarak dergimiz aracılığı ile okurlarınıza neler söylemek isterseniz?
Lütfen önyargılarla hareket etmesinler. Doğru bilginin ve gerçeğin aydınlığında kararlarını oluştursunlar. Ümitvâr ve iyimser olsunlar. Bu dünya kimseye kalmaz ve daha yapılacak çok iş var. Yayın hayatınızda başarılan dilerim.



Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim, sağ olun.








Güven Adıgüze, Racon Dergisi
İzdiham


13 Ağustos 2011 Cumartesi

MÜSLÜMAN İSEVİLERİ

MÜSLÜMAN İSEVİLERİ

diyalog1.jpgDİYALOĞUN  GELDİĞİ  SAFHA  - MÜSLÜMAN İSEVİLERİ 

 

Diyalog meselesini ele aldığımızda bazı kardeşler hemen tepki gösteriyor, tenkitlerden rahatsız oluyorlar. Şayet sözlerimizde haklı değilsek zorlanmalarına gerek yok. Haklı isek o halde hallerini düzeltmelerini beklemek te bizim hakkımızdır, zira kimsenin zararına razı olmamız düşünülemez. Biz islam kardeşiliği çerçevesinde ikazlarımıza devam edelim, nasibi olan hisesini alır, hatamız varsa usulüne göre uyarılarınızı dinleriz.

Aşağıya aldığımız birkaç satır yazı, diyalog ile meşgul olan –genç adam sitesinden- alınmıştır. Yazı, E. Şimşek tarafından yazılan “Hz.İsa'nın (as) nuzülü ve Peygamberimiz'e (sav) ümmet olma keyfiyeti”  başlıklı yazının son kısımlarındadır. İsa a.s ın inişi anlatılırken bedenen inişi zikredilmiş ama, daha genel olarak şahsı manevi (mana itibarıyla isa’nın a.s. ihtiva ettiği konum) dikkate alınması tavsiye edilmiştir. Bu açıklamalarına da Bediuzzaman’ın risalelerinden deliller getirmiştir. Onların tafsilatını bir tarafa bırakalım da zikredeceğimiz bir bölüme dikkatinizi çekelim:

<<<Hz.İsa’nın (a.s.) hakikî dini ile İslâm hakikatlerini bir araya getirmeye çalışacak olan bu topluluğa Bediüzzaman, “Müslüman İsevîleri” unvanını vermiştir. (Genç Adam Sitesinden)>>>

Burda zikredilen önemli iki husus var, biri isevilikle islamı birleştirmeye çalışmak, diğeri bu hizmeti yapanlara –müslüman isevi- ismini vermek. Yazımız, bu iki konunun etrafında olacaktır.

1. Husus: İsa’nın a.s. dini hakikisi: Yani asıl ilk gelen hıristiyanlık demekse, bunda kimsenin itirazı ve tartışma yapması söz konusu değildir, zira İsa. a.s. da Allahu teala’nın seçkin ulu-l azim bir peygamberidir. Onun da dininde, sadece Allaha kulluk, namaz, zekat ve diğer genel hükümler vardı.

Eğer şu sözden bu zamandaki hıristiyanların bir kısmının yaşadığı mezheb ve ekol kasdediliyorsa, bunun hakiki isevilik olduğunu kim, nasıl iddia edebilir? Bu iddianın bir ipucunu da bize göstersinler de biz de onlara uygun şekilde davranalım.

Kur’an’da bulunan ehli kitaba hitab eden ayetleri bu maksatlarına göre tevil etmelerini de asla kabul edemeyiz, zira bütün makbul ehli sünnet tefsirlerin verdiği manalar varken ve ehli kitabın asıl dinlerini bozmuş olduğu açıkça beyan edilmişken, kimse onların asli isevilikte olduğunu iddia edemez.   

Daha ilk sure olan Fatiha’da her iki kitab ehli –gazab edilenler ve dalalette olanlar- diye vasıflanmıştır. Bu ifadeler, onların hakiki bir din üzere olmadıklarını açıkça beyan eder.

“Allah katında din ancak islamdır” ayeti de sadece makbul dinin islam olduğunu, diğerlerinin batıllar olduğunu bildiriyor.

“Allah, Meryem oğlu Mesih –İsa- dir diyenler, muhakkak küfretti”  ayetine ne demeli; onların kafir olduğunu açıkça beyan etmektedir.

Diğer bazı ayetlerde ise onların müşrik olduğu da zikredilmiştir. “Allah üçün üçüncüsüdür, dediler…”  bu ayeti kerime, tek ilah inancında olmadıklarını bildirerek şirkte olduklarını beyan eder.

Ehli kitabın içinde kibirlenmeyen rahib ve keşişlerin olduğunu bildiren ayeti kerimeye bakarsak;

“Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.

Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.”  (Ali İmran: 113-114)

Bunlar da ayetin beyan ettiği gibi müslüman olan bir topluluktur. Abdullah ibni Selam r.a. ve arkadaşları bunlardandır.  Bu ayeti kerimeler Taberi Tefsirinde, müslüman olup hallerini düzelten yahudilerden olan bir cemaat hakkında nazil olduğu zikredilmiştir.

İbni Kesir Tefsirinde, bunların ehli kitabın alimleri olan Abdullah ibni Selam, Esed ibni Useyd, Sa’lebe ibni Sa’yeh, Useyd ibni Sa’yeh ve dieğrleridir. Bunlar ehli kitabın diğerlerine eşit değillerdir.

Bağavi Tefsirinde derki; Abdullah ibni Abbas r.anhuma ve Mukatil şöyle demişlerdir: Abdullah ibni Selam ve arkadaşları müslüman olunca, yahudiler  “en şerlilerimizden başkası Muhammedin dinine iman etmez, şayet öyle olmasaydılar babalarının dinini terk etmezlerdi” dediler. Bunun üzerine ayeti kerime inerek Müslüman olanların, diğerleri gibi olmadığını beyan etti.

Ayrıca Beğavi Tefsirinde bunların, Necran’dan kırk kişi, Habeş’ten otuz iki kişi, Rum’lardan sekiz kişi olup hıristiyanlıktan islama geçtiklerini beyan ediyor.  Ayrıca Ensar’dan olup henüz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gelmeden evvel Hanif dini üzere yaşayan, yıkanıp cünüplükten gusleden, tevhid itikadı üzere olan Es’ad ibni Zürare, Bera’ ibni Ma’rur,  Muhammed ibni Seleme,  Muhammed ibni Mesleme, Ebu Kays, Sarmetubnu Enes gibileridir.

Habeşistan kralı Necaşi’nin müslüman olmasından bahseden ayetlerde, “Onların içinde keşişler ve ruhbanlar olduğu ve kibirlenmedikleri…” bildirilmiştir. Maide suresinin şu 82 ayetin de Necaşi’nin kibirlenmeden hemen Muhammed aleyhisselamı ve dinini tasdik ettiği beyan edilmiştir. Tefsiri İbni hatim’de bunların Necaşi’nin medine’ye gönderdiği yetmiş kişi olduğu bildiriliyor. Huzuru Nebevi’ye girince onlara Yasin suresini okumuş, surenin sonuna gelince ağlamaya başlamışlar ve hak olduğunu bilerek iman etmişlerdir. Bunun üzerine Maide Suresinin 82. ayeti onların hallerini bildirmiştir.

Hazin tefsirinde şöyle der: Şu ayetlerden (Maide 82) bütün hıristiyanlar kasdedilmez, belki onların ekserisi müslümanlara düşmandır. Bilakis onlardan Necaşi gibi iman edenler kasdedilmiştir. Bunlarda ilim ve zühd ehli olduğundan kibirli olmazlar ve islamı Kur’an ayetlerini işittiklerinde hemen kabul ederler.

Tefsiri Sa’di’de bu ayetin tefsirinde şu açıklama var:

<Bu sebeble hıristiyanlar, İsa aleyhisselamın şeriatı üzere devam ettiklerinde müslümanlara karşı daha yumuşak kalbli olurlar.> Zaten Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem geldikten sonra İsa aleyhisselamın şeiratı kalkmış olup o hal üzere yaşayan bir topluluğun bulunacağına dair bir haber varid olmamıştır. Asrı saadetten bu zamana kadar ehli kitab, bile bile islama karşı çıkmış, Peygamberimizi hafife almışlar, Kur’anla alay etmişler ve devamlı olarak islama karşı kötü propaganda yaparak halklarını kendi dinlerinde tutmayı başarmışlardır.

O halde, iseviliğin yani hıristiyanlığın dini hakikisi diye bir şeyin mevcudiyyeti asla mümkün değildir, zira hakiki iseviler hemen müslüman olmuşlar ve islam saflarında yerlerini almışlardır. Fert olarak gizli müslüman olanları biz zahiren bilemeyiz, onların hali Allah ile kendi aralarındadır. Biz zahire baktığımızda bütün ehli kitabın bir millet olarak islama saldırdığını, islamı yozlaştırarak ılımlı islam, modern islam, laik müaslüman gibi tabirlerle imanımızı sarsmaya ve sonunda bizi imanımızdan mahrum etmeye çalışmaktadırlar ve bunda da çok fazla başarılı olmuşlardır.

Şu zikrettiğimiz ayetler ve tefsirleri, hali hazırda iseviliğin hakikisini yaşayan bir topluluğun var olduğunu beyan etmemektedir. Biri çıkıp bu zaman hıristiyanlarının hakiki isevi olduğunu iddia ederse, onun cumhur alimlerimize muhalif olan görüşünü kabul etmemiz asla mümkün olamaz. Hakkında evvelki ulemanın kati hüküm verdiği hususlarda sonra gelenlerin görüş ve yorumları geçersizdir.

İseviliğin hakikisi kalmayınca, islamın hakikisini onunla birleştirmeye kim cesaret edebilirki. Bu yeni bir din midir? Yeni bir mezheb midir? Sonra, islamın hakikisi nedir? Bu hakikat, sedece iman şartlarımı veya islam şartlarımıdır? İslamın bazı şeyleri ile İseviliğin bazı şeylerini birleştirerek iki hakikatı birleştirdik demek ne kadar tutarlı olur, kim bunu kabul eder. Allah katında bunun ne değeri olacak? Din veda haccında beyan edildiği gibi “Bu gün sizin için dininizi tamamladım, üzerinize nimetimi tamam ettim, sizden din olarak islamdan razı oldum.” ayetiyle tamam olan mükemmel bir dinin, başkalarından medet beklercesine muhtaçmış gibi bir halde, onlarla birleşerek başarıya ulaşacağı gibi bir düşünce, tam olan bir din mensubuna yakışır mı?

Bu söz, ırkçıların –türk islam sentezi- sözüne de benzemekte, sanki islamın türklüğe ihtiyacı varmış ta veya türkler islamı tamamlamış ta, islam o sayede kemale ermiş gibi bir vehim asla ehli sünnet kamil mü’minlere yakışmaz, fayda getirmez.

2. Husus: Müslüman İsevileri: Bu tabiri Bediuzzaman kullanmışsa, acaba kimler hakkında kullanmış? Veya İsevi müslümanlar mı demiş! Bu iki söz arasında fark vardır. İseviler içinde kalmış olup islamını gizleyenlerin, gizli müslümanların varlığı malumdur ve onların hükmü Allaha kalmıştır. Mutlaka ordan çıkıp islamı yaşayacakları bir ortama kavuşmaları onlar üzerine vacibtir.

Eğer şu söz –müslüman iseviler- diye kullanılmışsa, üzülerek ifade edelim ki bu söz ehli sünnete muhaliftir, asla bir müslüman için kullanılamaz, zira Allahu teala Kur’anında bizleri nasıl isimlendirdiğini şöyle beyan ediyor:

“O (Allah), sizleri bundan evvel ve şu kitabta müslüman diye isimlendirmiştir.”  (Hac: 78)

Bize islam ismi yeterli iken ilave olarak İsevi, Musevi gibi başka inanç ifade eden kelimelerin katılması, asla makbul olmaz, kitablarımızda asla mevcut olmayan bu sözün kullanımı, en azından bid’at olmaktan kurtulamaz.

İsa a.s. geldiği zamanda bile, müslüman olarak, islam halifesi olarak isimlendirileceğine göre, başka bir müslümanın İsevi diye isimlendirilmesi hangi hükme sokulacak, böyle kimseler ölünce hangi dinin hükmüne göre kefenlenip cenaze işlemi yapılacak, bunların nufus kağıdına ne yazılacak? İslam mı İsevi mi? Bunlar fıkıhta geçen –hunsayı müşkil- gibi mi olacak? Dini müşkil kimselermi olacaklar? Daha nice yanlışların kapısını açmayalım, cahilleri kaydırmayalım. Ahır zaman fitnecisi ilahiyyatçıların işi gibi milleti dinden imandan etmeyelim. Ehli sünnet vel cemaat olalım ve öyle kalalım.