AB'cilikten Önce ABD Mandacılığı
Kopenhag Kriterlerinden Önce Wilson İlkeleri Vardı... 1918 Ekim'inde imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin emperyalistlerin dayatmalarına kayıtsız şartsız teslim oluşu demekti.
10 Ağustos 1920'de de Osmanlı yönetimi ile İtilaf Devletleri arasında Sevr Anlaşması imzalandı; bu anlaşmaya göre, Osmanlı'ya sadece Anadolu'nun iç kesimleriyle sınırlı bir alan bırakılmış, Osmanlı'ya bağlı çeşitli bölgeler emperyalistlere dağıtılmıştı; Filistin İngiltere'nin, Suriye de Fransa'nın mandası altına girecek, Irak, Hicaz ve Yemen Osmanlı Devleti'nden ayrılacaktı. Dahası, emperyalistler bunların dışında kalan yerleri de "gerek duydukça" işgal edebileceklerdi.
Önce Mondros, ardından Sevr, özellikle aydın kesimde büyük bir karamsarlığa yol açmış, sırtlarını yaslayacak bir yer, emperyalist paylaşım savaşının fırtınalı ortamında sığınacak bir liman aramaya başlamışlardı.
Halka güvenmeyen, sırtını halkına yaslamayan bir aydın ne yapabilirse aydınların önemli bir kısmı da öyle yaptı. Kurtuluşu, "uygarlığın temsilcisi" olduğu varsayılan ülkelerde aramaya başladılar. İşte bu arayış içinde, ABD Başkanı Woodiow Wilson'un bir iki yıl önce Amerika Kongresi'ne sunduğu 14 maddeyi içeren program, Osmanlı "aydınları" arasında önemli etkilerde bulundu.
*
Amerikan emperyalizmi tüm emperyalistler içinde "hızla gelişen" bir konumdaydı. Bu anlamda da peşpeşe ekonomik, siyasi askeri etkisini artıracak hamleler yapıyordu. Daha sonra "Wilson İlkeleri" olarak anılacak programın ilanı da bu hamlelerden biriydi. Programda ortaya konulan "ilkeler" de, Amerika'nın diğer emperyalist ülkelerin hakimiyetine karşı kendi lehine bir alan açma amacını yansıtmaktaydı.
"Wilson İlkeleri" olarak adlandırılacak programdaki bazı maddeler şunlardı:
- Gizli diplomasiye son verilmesi.
- Silahların azaltılması.
- Denizlerde tam serbestliğin sağlanması.
- Milletler Cemiyeti'nin kurulması.
- Sömürge halklarının bağımsızlıklarına kavuşmaları.
- Tüm ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemeleri...
Görüldüğü gibi, her biri demokrasi adına, eşitlik adına, özgürlükler adına savunulabilecek maddelerdi.
Osmanlı'nın halktan kopuk "aydınlar"ı özellikle "tüm ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi" ilkesine sarıldılar; Wilson İlkeleri, Anadolu'nun kurtuluşunu da sağlayacaktı onlara göre.
*
Wilson İlkeleri'ni savunanlar zamanla daha açık bir şekilde Amerika mandacılığını savunmaya başladılar. Bu kadar "medeni ve uygar" bir devletin himayesine girmekte ne sakınca vardı ki???
Amerikan mandacılığını savunanlardan biri olan Halide Edip Adıvar, 10 Ağustos 1910'da Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta "Serüven ve savaş döneminin artık geçtiğini" ileri sürüyor, "kalkınma"ktan söz ediyor ve kalkınma için de sözü Amerika'ya getirip şöyle diyordu:
"Filipin gibi vahşi bir ülkeyi bugün kendi kendini yöneten yepyeni bir makina haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. Onbeş, yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye'yi ancak Yeni Dünyanın (Amerika'nın) yeteneği yaratabilir."
*
Wilson İlkeleri sempatisi ve mandacılık eğilimleri o kadar alenileşti ve yaygınlaştı ki, İstanbul'da Wilson Prensipleri Cemiyeti adıyla bir dernek kuruldu. 4 Aralık 1918'de kurulan derneğin kurucuları arasında bakın kimler vardı:
Yazar Halide Edip Adıvar, Gazeteci Yunus Nadi, Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman, Akşam Gazetesi Başyazarı Necmettin (Sadık), Sabah Gazetesi Başyazarı Ali Kemal, Ati ve İkram Gazeteleri Başyazarı Celal Nuri (İleri), Eski Bakanlardan Velid Ebuzziya, Refik Halit Koray, Leman Gazetesi Başyazarı Cemal Bey, Yeni Gazete Başyazarı Mahmut Sadık Bey...
Cemiyet, ilk toplantısından sonra 6 Aralık 1918'de bir bildiri yayınlayarak açık bir biçimde Amerikan mandasından yana olduklarını ilan ettiler. ABD Devlet Başkanı Wilson'a da bir mektup göndererek Amerikan mandasının sağlanması için başvuruda bulundular. Mektupta şu istemlerde bulunulmaktaydı:
1) Padişah egemenliği ve Meşruti Hükümet biçimi korunacaktır.
2) Tüm seçimlerde nispi temsil uygulanarak azınlıkların hakları sağlanacaktır. Tüm Osmanlı uyrukları... tüm hükümet memurluklarına atanacaklardır.
3) Maliye, Tarım, Sanayi, Ticaret, Bayındırlık ve Eğitim Bakanlıkları' nın her birine uzman yardımcılarla birlikte bir Amerikan başmüsteşarı atanacak ve bu müsteşarlardan kurulu Amerikan komisyonu... ülkenin mutluluğu ve maddi gelişmesini sağlayacak reformları yapacak yeni yöntemleri ülkeye getirecek, öte yandan ülkemizdeki çeşitli siyasal akımlar yüzünden hiçbir zaman düzenli biçimde yerine getiremeyeceğimiz toplumsal gönenç ve öğretim ile ilgili tüm işleri düzenleyecek...tir.
4) Adliyede reform için yürürlükteki hukuk siteminin kurallarını ortadan kaldırmak amacıyla Amerikan Başmüsteşarı'nın uygun göreceği ülke ve uluslardan seçilerek uzman bir kurul yapılacaktır. Bu kurul Türk yasalarını tüm Osmanlılar'a adalet ve eşitlik sağlayacak biçimde yenileştirecektir.
5- Jandarma ve polis işleri bir Amerikan genel müfettişine... bırakılacaktır.
6- Türkiye'nin her ilinde görevi yöresel yönetimde reform yapmak olan bir Amerikan başmüfettişi ve ona bağlı uzmanlar bulunacaktır.
8- .... Amerika'dan yönetilmesi istenen Türk imparatorluğunun sınırları Barış Konferası'nda saptanacaktır.
*
Mandacı aydınların Wilson'a mektubunu biraz uzun aktardık. Ama bu mektup aydının "utanç tarihi"nin en önemli belgelerinden biri olarak bilinmeli diye düşündük.
Mandacıların isteklerinden ziyadesiyle memnun olmuştu Amerika. Fakat onun kendine göre planları vardı: ABD Devlet Başkanı, mandacıların taleplerine karşılık "Türk olan bölgelere güvenlik ve egemenliğin verilmesini" kabul ederken, diğer yandan şu planları yapıyordu: Yunanlılar'ın yoğun bulundukları kıyı bölgeleri uluslararası denetim altında Yunanlılar'a verilmeli, Doğu Anadolu'yu kapsayan bir Ermeni devleti kurulmalı, Türkler Trakya'dan çıkartılmalı, Boğazlar ve çevresinde tek ya da çok uluslu bir manda düzeni sağlanmalı.
Bu koşullarda Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin ömrü pek uzun olmadı. Ama mandacılık düşüncesi devam etti yine de. İzmir'in işgal edilmesinden sonra Amerikan Mandası görüşü daha da yayıldı. Sonraları Kurtuluş Savaşı' nın komutanlarından, yeni kurulacak Cumhuriyetin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı da olacak olan İsmet İnönü de o dönemde 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Tüm ülkeyi parçalamadan bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek zararsız çare gibidir.."
Evet, İsmet İnönü de mandacıydı o sıralar. Erzurum Kongresi'nde de mandacılık konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Orada da, daha sonraları Kurtuluş Savaşı dönemi meclisinde bakanlık, başvekillik yapacak olan Rauf Orbay ve Rafet Bele de mandacılığı savunanlar arasındaydılar.
Mandacılık, Anadolu'da Kurtuluş Savaşı geliştikçe etkisini kaybetti. Mandacılığı savunan birçok aydın, politikası, asker, Kurtuluş Savaşı cephesine katıldı. Mandacılık mahkum edildi; emperyalist işgali yaşamış bu topraklarda artık onyıllar boyunca kimse mandacılığı savunmaya cesaret edemeyecekti... Ta ki...
*
Ta ki... 1945'lere kadar.
Yıl 1947; bir milletvekilli Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde konuşuyor; sanki mandacılar hortlamış, sanki 1920'lerin başında Wilson İlkeleri için cemiyet kuran mandacılardan biri konuşuyor:
"... Maddi ilerlemeler sahasında en önde gelen millet, ruh yüksekliği bakımından da en baştadır. Gerçekten, ABD'nin gerek harp içinde ve gerek şu harp sonrası aleminde oynadıkları asil rol bu millet tarihinin en büyük şereflerinden biri olarak yad edilecektir. ... ABD'nin yeni bir hükümranlık, taptaze bir ekonomik anlayışının öncüsü olarak bu bütün insanlık için hayırlı işler başarmak isteği görülüyor ve takdirle karşılıyoruz. (Bravo sesleri)." (Çetin Yetkin; Türkiye'de askeri darbeler ve Amerika. Syf. 19)
Konuşan CHP Milletvekili Nihat Erim'dir. Fakat CHP'lisi, DP'lisi tüm meclis "bravo" sesleriyle alkışlamaktadır bu konuşmayı.
Menderes'in açtığı "Küçük Amerika" olma yolunda, mandacılar dizginsizce ilerlemektedir artık.
1920'de gerçekleşmeyen Amerikan mandası, 1945'lerden sonra "yeni-sömürgecilik" biçiminde gerçekleşecekti ne yazık ki..
*
Dönem 2000'lerin başı; ABD Başkanı Wilson'a 1918'de yazılan mektuptan tam 82 yıl sonra.
Ülkenin maliye, tarım, sanayi, ticaret, bayındırlık işlerine, eğitimine, jandarmasına, polisine, adliyesine Amerikan müfettişleri ve uzmanları tarafından çeki düzen verilmesini isteyen mektubu yazanların yerini, ülkenin ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, hukuki tüm kurumlarına Avrupa Birliği tarafından çeki düzen verilmesini isteyen aydınlar, politikacılar almıştır.
Bizi AB'ye alın, bize, ülkemize çeki düzen verin, biz kendi başımıza bunları yapamıyoruz diyen mandacı aydın ve politikacılar, utanç tarihine yeni sayfalar eklemektedir.
Fakat sayfalar eklenmekle bitmez. Mandacılığın utanç tarihi, kalın bir kitap olacaktır.
*
Yıl, 2006; Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı konuşuyor:
"Büyük Ortadoğu Projesi, Ortadoğu'yu demokratikleştirecek, barış ve huzuru getirecek bir projedir... Biz... Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. ... BOP'u destekliyoruz, bu proje Türkiye'nin dış politika hedef ve ilkelerine uymaktadır... İslam ülkelerinde demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin geliştirilmesini ve tüm İslam dünyasına yayılmasını amaçlıyoruz..."
Döndük yine 1910'a. Halide Edip'in Mustafa Kemal'e yazdığı mektuba; ne diyordu orada Halide Edip:
"Filipin gibi vahşi bir ülkeyi bugün kendi kendini yöneten yepyeni bir makina haline koyan Amerika.."
Ne diyor Abdullah: "Afganistan, Irak gibi vahşi islam ülkelerini kendi kendini yöneten yepyeni bir makina haline koyan Amerika...
*
Yazık ki, ülkemizi Wilson Prensipleri'ne yürekten inanan, aradan geçen 80 küsur yıla rağmen mandacılık bataklığından çıkamamış BOP'cu Abdullahlar yönetiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder