23 Mayıs 2011 Pazartesi

AÇILIM SÜRERKEN (PKK ve kriptolar..)


PKK ve kriptolar..!

Bilindiği gibi: bazı Avrupa ülkelerinde son yıllarda ''Ermeni katliamı yapılmamıştır'' demenin anayasalarında suç sayılması ve kanunlaşması yönünde yoğun çalışmalar yapılmaktadır.

Yine son yıllarda; Asala olaylarının bitmesinin ardından ,yurdumuzu şehit kanlarına boyayan  PKK  faaliyetleri  yoğunlaşmıştır.

Bir avuç insanın(Çünkü; biliyoruz ki yurdumuzda yaşayan bir çok Kürt vatandaşımız, bu olayları kınamakta ve PKK terörünü lanetlemektedir.) böylesi bir eyleme tek başına kalkamayacağı ve ellerindeki donanıma sahip olamayacağı aşikardır.Arkasında  dostumuz gibi görünen ama her fırsatta kuyumuzu kazan  devletlerin olduğunu elbette biliyoruz. Ama bu kez konuya  biraz daha farklı bir açıdan bakmak istiyorum.

Asıl konuya geçmeden önce tarihimize dönüp, Osmanlı döneminden bu yana, ülkede yaşanan ermeni olaylarına kısaca göz atmanın, konun iyi anlaşılması açısından faydalı olacağını düşünüyorum.

Ermeni olayları ile ilgili arşiv kayıtları incelendiğinde;1890 lı yıllardan başlayarak Ermenilerin defalarca ayaklanarak,Anadolu topraklarında  akla hayale gelmedik ve dünya üzerinde başka hiçbir milletin yapamayacağı kadar zalim ve vahşice katliamlar yaptığı  açıkça görülmektedir.
Van - Diyarbakır - Halep - İskenderun yolu  üzerinde bulunması nedeniyle;

Van,Bitlis,Muş, talori, Sason  ermeni olaylarının en yoğun yaşandığı bölgeler olmuştur.

Ermeni komiteleri bu bölgeye pek fazla değer vermişler, teşkilat, tertibat ve lider bakımından en becerikli adamlarını, piskoposlarını buraya tayin etmişlerdir. Meşrutiyetin ilânından evvel ve sonra Patrikhane en seçkin ve gözde papazlarını, piskoposlarını buralara göndermiştir.

Sekiz yıl süren (1897-1905) Ermeni canavarlığı çok kan dökmüş ve zorlukla bastırılmıştır. (Birinci Sason İsyanı'nda olduğu gibi İkinci Sason İsyanı'nda da Sason, Bitlis Eyaletine bağlı bir Sancak Merkezi durumunda bulunuyordu).

Komitecilerden  Rusya'dan Kakakin, Ahlatlı Serop, Antranik isyanların ele başıları olmuş,Bitlis, Sason,Van ve siirtte  birçok Müslüman Türkün evini ve barkını söndürmüştür.

Ermeniler, seferberliğin ilk günlerinde  Türkiye lehinde gösteriler yapmış,Askerlik şubelerine giderek silah ve elbiselerini aldıktan sonra topluca firar etmeye başlamışlardır.. Kaçanlar ya düşman tarafına geçmiş veya  çete olarak Türk devletine karşı iç isyanlar çıkarmışlardır..

Bu çeteler, askerlik vazifesini yapmaya giden Müslümanlara saldırmış, Müslümanlar vatanî vazifeleri için büyük bir istekle koşarken, Ermenilerin hemen hepsi kenarda bucakta saklanmış. Müslümanların geride kalan ana, baba, eş ve çocuklarını katletmişlerdir.

Belgelerde,Bitlis,muş, Van'ın Özalp ve Saray ilçelerinde Ermeniler tarafından bazı kadınların hamileyken karınlarının deşildiğini, bazılarının çocukları ile tandırda yakıldığı, genç kızların tecavüz edilip öldürüldüğü, erkeklerin ise kurşun ve süngü ile katledildiği gözler önüne seriliyor.

Önce katliamları gerçekleştirip. Arkasından da derhal İngiltere, Fransa, Rusya ve diğer yabancı devletlere hitaben hazırlanmış telgraflar yağdırdılar. Yabancı memleketlerdeki komite şubeleri de Müslümanların, sözde yaptıkları mezalim hakkında miting ve gösteriler yaptılar. Yabancı devletlerin parlamentolarına dilekçe vererek bu bölgedeki hayat şartlarını bildirdiler. Böylece gerçek durumu bilmeyen birçokları, Ermeni savunucusu ve koruyucusu kesildi.

Tıpkı şimdi yaptıkları gibi...

Halbuki esas mağdur ve mazlum olan Müslümanlardı. Mağdur ve mazlum Müslüman Türkleri Avrupa'ya zalim olarak tanıttılar.

Komite telkinleri olmadığı zamanlar, bu bölgede Türklerle Ermeniler güzel, güzel geçinip gidiyorlardı. Muş - Bitlis merkezlerinde ve çevrelerindeki birkaç yerden başka diğer az sayıdaki Ermeni köylerinde bulunan Ermeniler, Ermenice dahi bilmezlerdi. Türkçe konuşur, birbirleriyle iyi geçinir, birbirlerinin hak ve mukaddesatlarına saygı gösterirlerdi.

Daha sonra Rus siyaset ve emellerine alet olan satılmış komitecilerin telkin ve faaliyetleri, iş bulmak için Amerika, Avrupa ve İstanbul'a giderek sonra memleketine dönen art niyetlilerin, akılsızların fitne ve fesatlarının sonucu olarak Türk ve Ermeniler arasında derin düşmanlık uçurumları açıldı. Bu bölge cehenneme döndü.

Tarih tekerrürden ibarettir. O gün Ermeniler di, şimdi de PKK Rusya'dan Kafkasya, İran ve Trabzon yoluyla bölgeye silah ve patlayıcılar sokuldu. Şurası kesin ve şüpheye yer vermeyen bir gerçektirki, doğu vilayetlerinin hiçbirinde Müslümanlar, hiçbir zaman Ermeniler kadar silah sahibi olamamışlardır. Müslümanların çifte ve kaval tüfeklerine, ağızdan dolma tabancalarına karşılık, Ermenilerin her köyünde mükerrer seri ateşli yüzlerce Rus mavzerleri, bombalar, gramamliherler, mavzer ve daha birçok son model tabancalar bulunuyordu.

Saldırılar her zaman Ermeniler tarafından yapılmış, Müslümanlar mağdur ve mazlum durumda kalmışlardır. Buna karşılık Müslümanlar daima Ermenilerin koruyucusu kesilen Rus, İngiliz ve Fransız Konsolosları tarafından tıpkı günümüzde olduğu gibi,olayların sebebi ve sorumlusu olarak gösterilmişlerdir.

Rus işgalinden sonra gelişen olayları Rus Generali Maslofski şöyle açıklamaktadır:

"Bitlis'in zaptından sonra 3 Mart 1916 öğle zamanı Antranik'in komutasındaki 1.inci Ermeni İntikam Taburu gece hücumundan evvel arkada bırakılmış olduğundan, boğaza girerken müsaade almadan şehre girmiş ve birçok Türk ailesinin toplanmış oldukları Amerikan Hastanesi'ne koşmuşlar ve intikam kastiyle öldürmeye teşebbüs etmişlerdir (Maslofski'nin bu açık itiraflarından başka, sadece şehirlerdeki halk değil, yollardaki göç etmekte olan halkta topluca öldürülmüşlerdir).

Bütün bu olaylardan sonra Ermeni isyanı bastırılmış,1915 Mayıs ve Kasım aylarında ''Artık bu olanlardan sonra bir arada yaşanılmasının mümkün olamayacağı anlaşıldığından,''Ülkemizde ki Ermeniler  tehcire tabi tutulmuştur.

Tehcir sırasında yetim kalan, zorla alı konan veya aileleri tarafından Müslüman komşulara teslim edilen, korumanın suç olduğunu bile, bile kendi köyünde saklayan Türkler yanında kalan  on binlerce çocuk olduğu belirtiliyor.

Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdiriyesi tarafından Halep Valisi Bekir Sami Bey'e gönderilen 9 Ağustos 1915 tarihli şifreli telgrafta, "Erkekleri olmayan Ermeni ailelerinin büyük şehirlere gönderilmemesi, kimsesiz Ermeni çocukların İslam karyelerine dağıtılabileceği" belirtiliyor.

Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Aşayir ve Muhacirin Müdüriyet-i Umum iyesi tarafından 30 Nisan 1916 tarihinde, Adana, Erzurum, Edirne, Halep, Hüdavendigar, Sivas, Diyarbakır, Ma'muretu'l-aziz, Konya, Kastamonu, Trabzon, İzmit, Canik, Eskişehir, Karahisar-ı Sahip, Mar'aş, Urfa, Kayseri ve Niğde mutasarrıflıklarına gönderilen şifreli telgrafta da dikkat çeken dört talimat bulunuyor:

1- Genç ve dul Ermeni kız ve kadınların evlendirilmesi;

2- On iki yaşına kadar olan çocukların bizim Darü'l Eytam (Yetimhane) ve öksüz yurtlarına tevzi'i;

3- Darü'l Eytamların mevcudu kifayet etmediği takdirde sahib-i hal Müslümanlar nezdine verilerek adab-ı mahalliye ile terbiye ve temsillerine;

4- Bunları kabul ve terbiye edecek sahib-i hal Müslümanlar bulunmadığı takdirde muhacirin tahsisatından ayda 30 kuruş i'aşe masrafı verilmek şartıyla köylülere tevzi'ine ve erkama müstenid olarak pey-der-pey ma'lumat

Bakın zalim denen Osmanlının adaletine. Bu çocukların bakımını üstleneceklere ödenek tahsis ediyor.

Oysa Anadolu'nun Ruslar tarafından işgali sırasında,şehirleri boşaltırken, ailelerin donar, yola dayanamaz diye yanında götüremediği Türk çocukları,  Ermeni çetelerince aklın alamayacağı şekilde öldürülmüştü.

Patrikhane kayıtlarına göre , 1921 itibariyle Müslümanların evlerinde yaklaşık 63 bin 'halen kurtarılamayan' Ermeni yetim var ve bunların illere göre dağılımı şöyle:

İstanbul ve civarında 6.000
İzmit, Bursa, Balıkesir 2.000
İnebolu 1.500
Eskişehir ve Konya 3.000
Kastamonu 500
Trabzon 2.500
Sivas 3.500
Kayseri 3.500
Erzurum 3.000
Diyarbakır ve Mardin 25.000
Harput 3.000
Bitlis ve Van 5.000

Patrikhane'nin rakamları abartıdan ne kadar uzak, ne kadar ilmî bilmiyoruz. Ancak, bu alanda açık olarak toplu rakam veren şu ana kadar ulaşabildiğimiz tek kaynak olduğunu belirtmekte fayda var. Bu rakamlar Urfa, Malatya ve Osmaniye gibi bugünkü illere göre değil, o zamanki yapılanmaya göredir

Salim Böhçe Malatya'da yaptıkları saha araştırmasında 3 bin 500'den fazla bu şekilde gizli Ermeni olduğunu tespit ettiklerini dile getiriyor 1995 sonrasında Gizli ve Mühtedi Ermeniler üzerinde faaliyetlerin arttığı 2003 yılında isimleri Müslüman 120 kadar Ermeni asıllının Çavuşoğlu'ndaki kilisenin yeniden açılması için dilekçe verdiğini anlatılıyor.Ermeni asıllı vatandaşlar üzerinden, tapu kayıtlarına ve eski mal varlıklarına ulaşmak için de el altından girişimler yürütüldüğü vurgulanıyor.

Bir başka ilginç veriye de Tunceli'de ulaşıldığını belirtiyor.

2.000 (iki bin) kişinin kendileri göçmedikleri hâlde nüfus kütüklerinin Aydın'a alındığını; iki yıl sonra bu kütüklerin din hanesinin 'Hıristiyan' iken 'Müslüman' hâline dönüştürüldüğünü ve tekrar Tunceli'ye alındığını vurguluyor.

Mühtediler arasında, gerçekten Müslüman olup buna göre yaşayanlar var. 'Kripto' yani 'gizli' Ermeniler ise, sadece kimlikte Müslüman görünenler. Bugüne kadar tehdit görülmediklerinden, devlet tarafından takip edilmemişler. Bir de nüfus kütükleriyle oynamışlar.Bu sebeple, gerçek sayılarının tespit edilmesi çokzor.

Özellikle son yıllarda bunlara yönelik Ermeni gruplar tarafından çalışmalar var. Kimlikleri hatırlatılmaya çalışılıyor. Para yardımında bulunuluyor. Bu insanların yarın Türkiye'nin önüne toprak, tazminat talebiyle çıkacakları olası bir ihtimal.

ASALA sonrası PKK'nın çıkması gibi, PKK olaylarında da, bu insanların Türkiye içinde 'şehir terörü' amaçlı kullanıldığı ve kullanılacağı kuvvetle muhtemel.

ASALA'nın finansörü Gulbenkyan Vakfı'nda 1980'de bir toplantı yapılıyor.

PKK'nın, bölgede Türkiye'nin otoritesini zayıflatması ve nüfusu azaltması için 'maşa' örgüt olarak kullanılması kararlaştırılıyor.

PKK'nın, Avrupa ve ABD'de başlangıçta iyi bir lobi oluşturabilmesi ve destek almasın da bu çevrelerin yardımıyla olduğu, PKK içerisinde, Ermeni kökenli elemanların varlığı Yine, PKK kurucuları ve halen yöneticileri arasında da'Türkler' olması  bu olasılığı güçlendirmektedir.

Yalçın Küçük, 'Kürt Bahçesinde Sözleşi' kitabında,

Öcalan'ın babasının yakın Ermeni dostlarından bahseder. Yine, annesinin baskın karakteri de öne çıkıyor. ''Ben, annesinin de Türk değil bir 'evlatlık' ya da 'kripto Ermeni' olduğu kanaatindeyim.'' Demektedir.

Bugün kendi tarihlerine bakmadan Ermeni hamisi kesilen, sözüm ona medeni diye geçinen batı devletlerine ithaf olunur.

Soykırımla suçladıkları bu asil millet, beş yüz yıl evvel İspanya'ya gemiler göndererek Yahudi milletini Avrupa'nın katliamından kurtarmıştır.
Belki bunu hatırlar ve utanırlar.

Türkiye'de azınlıkların hakları ihlal ediliyor diyenlere Atatürk'ün anılarından bir öyküyle yanıt vermek istiyorum.

Atatürk Kurtuluş savaşı sonrası Adana'dadır. Bir köy yerine gelir. Adanalı gaziyi çağırır ve sorar.

-Bu villa kimin
-Kirkor efendinin
- Peki bu köşk
- Dimitri efendinin paşa hazretleri
- Peki diğer konak
- Salamon efendinin

ATATÜRK bu kez, az ötedeki toprak damlı, virane bir evin sahibini öğrenmek için sorunca, Adanalı gazi cevap verdi:

-Recep çavuşun paşam!

ATATÜRK, bu duruma biraz üzülmüş, biraz da sinirlenmiş idi.Yanındakilere emir verdi:

-Çağırın şu recep çavuşu

Recep çavuş gelince bir asker selamından sonra

-Emredin Paşam der

Ata, bu kez Recep Çavuş'a sormaya başladı:

-Bu villa Kirkor Efendinin, bu köşk Dimitri Efendinin, şu konak Salamon Efendinin, o virane de senin! Bu Ermeniler, Yahudiler, Rumlar bu evleri
dikerken sen neredeydin ? der.

Recep Çavuş, yıllarca savaş meydanlarında koşturmanın verdiği gönül yorgunluğuyla cevap verdi

-Sizinle beraberdim paşam! Trablus garp'ta, Çanakkale'de Dumlupınar'da Sakarya da...

Mustafa Kemal, bu cevap karşısında gözyaşlarını hem yanaklarına, Hem de yüreğinin ta derinliklerine akıtır!...

"Evet, Recep çavuş haklıdır.

Trablusgarp'ta, Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da TÜRK'ÜN istiklalini korumak için savaşırken Adana'da toprak damlı bir kulübe yapmaya ancak zaman bulabilmiştir. " Recep Çavuş Türk'ün yalnız istiklalini değil, namus ve şerefini de korumuştur.

Memleketin bütün zenginliklerine sahip olan azınlıklarda Para ve mülklerinin üstüne yenilerini yığmakla meşgul olmuşlardı.

Bizde bir söz vardır

'' Merhametten maraz doğar''

Sanırım çok doğru bir söz..

Necla şener

www.alanyagazete.com

Kaynakça:
Bitlis valilik arşivleri,
Genel Kurmay Arşivleri
Erhan Başyurt
Prof. Cöhce
Yalçın küçük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder