26 Mayıs 2011 Perşembe

“Münasip olduğu görülüyor”


Bütün bir ülkenin kirli çamaşırları ortaya dökülürken, ne hikmetse bir tek AKP’lilerden değil kirli çamaşır, bir kez kullanılmış kâğıt mendil bile düşmüyor. Herkes zinâkar, herkes rüşvetkâr, herkes sahtekâr; bir bunlar pir-ü pâk..
Neye inanalım? Cenab-ı Allah’ın bu kadar geniş bir kavmi beşikteki bebeğinden secdedeki dedesine kusursuz yarattığına mı? İnsani zaaflardan muaf kıldığına mı? Günahlarını ‘götürü usulü’ peşin ödettiğine mi? Dolarla bu kadar haşır neşir olup da dünya nimetleriyle zerre ilgisi olmamak gibi mucizevi bir fitratla halkedildiklerine mi?
…..

Milliyetçi Hareket Partisi’ne hiç oy vermedim, Devlet Bahçeli’nin siyaset tarzını da güven verici bulmam 1998 yılında AB, müzakerelerin başlatılması için ağır şartlar öne sürdüğünde, sabatayist olmakla suçlanan rahmetli İsmail Cem bile “Bize tuzak kuruyorlar, sakın kabul etmeyelim. Helsinki uçağını kaldırmayınız Sayın Başbakan!” diye isyan ederken, Devlet Bahçeli, Mehmet Ali İrtemçelik’in bir iki kelâmından sonra AB zilleti için “Münasip olduğu görülüyor” demişti.
Bahçeli’nin üslubuyla müsemma bu ifade tarihe geçti. Dostlarımızla hâlâ şiddetle karşı çıktığımız bir duruma iknâ olmuş gibi yapmamız gereken hallerde “Münasip olduğu görülüyor” diyerek şaka yaparız.
Devlet Bahçeli bu vecizeyi telaffuz etmeden bir kaç gün önce Başbakanlık’ta şehit aileleri ile görüşmüş, onlara bebek katilinin hak ettiği cezayı alacağına dair namus sözü vermişti. Biz de o zaman Sabah gazetesinin muhabiriyiz, “AİHM’deki yargılama süreci sona erdiğinde siz Öcalan’ın kılına dokunabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?” şeklindeki sorumuz Sayın Bahçeli’nin pek sert bakışlarıyla karşılaşmıştı.
Öcalan adlı katilin idam dosyası da Bahçeli “Başbakan yardımcılığı” mesaisi yaparken Başbakanlık’ta kayboldu.  Dosya sonradan-ne âlâkaysa-Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde ortaya çıktığında atı alan Üsküdar’ı geçmiş, Öcalan dünyanın en “saygın” siyasi mahkumları arasında yerini almış, Mandela ile mukayese edilir olmuştu…
Bahçeli’nin “Münasip olduğu görülüyor” diyerek açtığı kapının ardından bugünlere geldik. Bayrağımız yakılıyor, Taksim’deki Atatürk heykeline olmadık alçaklıklar yapılıyor, İmralı’daki sapık Türkiye’yi iç savaş çıkarmakla tehdit ediyor…
En  hafif deyimiyle “siyasi basiretsizlik” diyebileceğimiz bu büyük gafletten MHP ve Devlet Bahçeli belki ders çıkarır diye düşünürken, bu kez de Meclis’e girmenin sevinciyle dün kürsüden yağlı urgan fırlattığı Abdullah Gül’ü alkışlar arasında Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtuyor…
Neymiş? Demokrasi öyle gerektiriyormuş…
Al sana demokrasi!
Şimdi MHP, alçakça bir kaset tezgâhıyla giderilmeye çalışılırken Abdullah Gül hiç de “demokrasi bunu gerektirmiyor” demiyor. Bu kepazeliği mütebessim seyrediyor. “Sayın Bahçeli bana destek olmuştu, ben de Cumhurbaşkanı kimliğimle bu alçaklığa karşı çıkayım” diye bir vefa göstermek aklının ucundan geçmiyor.
MHP’li dostlarımız kızmasınlar ama partilerinin imajı aralarında bizim de bulunduğumuz bir kısım vatandaşın gözünde maalesef böyle. Koalisyon hükümetini ve AB sürecini gazeteci olarak izlerken MHP bende bir-iki icra bakanlığı karşılığında savunduğu herşeyden çark edecek bir parti izlenimi bırakmıştı. Rantı çok seven ve siyasi ilkesizliğin piri olmuş insanlar var aralarında.
Tabii bütün bu gerçekler, MHP’nin Türk siyasetindeki önemini azaltmıyor.En deforme olmuş ve yanlışlara boğulmuş haliyle bile MHP’nin Türklüğün bekası için varlığını koruması gerekiyor. Siyasi kadroların yoldan çıkmışlığı, idolojik körelmişliği bu partiye gönül vermiş milyonlarca Türk milliyetçisinin tarihi misyonunu ortadan kaldırmıyor.
Öyle olduğu içindir ki bu kadar kötü yönetildiği halde, seçimlerde barajı geçip geçemeyeceği bahislere konu olduğu halde MHP üzerinde şeytani operasyonlar yapılıyor.
Kaset alçaklığının MHP’nin yönetim kadroları ve seçilmişlerinden çok kitlesel olarak Türk milliyetçilerini hedef aldığını düşünenlerdenim. Milliyetçi kitlenin kendisine olan saygısı, inancı köreltilmek istenmektedir. Kasetler sadece bu gizli çekimlere kurban gitmiş siyasetçilerin kişilik ve aile yapılarını değil, bütün bir toplumun inandığı değerleri sorgulamasını getirecek psikolojik savaş unsurlarıyla bezelidir.
Örneğin görüntülerde yer alan kadınlardan birinin ilköğretim okulu öğretmeni olduğu belirtilmekte, ardından kadının küçük çocuğu görüntülere getirilmektedir. O kadar ahlâksızca, Allahsızca ve o kadar kirli bir saldırıyla karşı karşıyayız ki masum bir çocuğu bu kirli savaşa alet etmekten, geleceğini karartmaktan kaçınmıyorlar. Kadının mesleğini ifşa ederek de “Küçük çocuklarımızı bu kadına mı emanet etmişiz” diye düşünmemize sebep oluyorlar. Kutsal öğretmenlik mesleği de bir kasetle böylece yıkılıp gidiyor.
Bütün bunları söylerken sapla samanı karıştıracak, eşlerine ihanet eden, şehvetlerini ailenin kutsallığının önüne koyan, güya topluma örnek olması gereken koca koca adamların yediği haltları savunacak değiliz.
Özellikle bir kadın olarak kasetlere konu olan bu adamların özel hayatlarını bu kadar insanlık değerlerinden uzak bir şekilde yaşamalarını hoş görmemiz kabil değildir. Aklımız ve vicdanımız bu adamların yok olup giden itibarlarından yana değil, (böyle sahte itibarlar yok oluyorsa olsun ayrıca) eşleri ve çocuklarından yanadır. Ahlak duygusu ve vicdanı olan herkesin öncelikle eşler, çocuklar ve özellikle görüntülere malzeme yapılan küçük çocukla empati kurması gerekiyor.
Aklı, vicdanı ve ahlak duygusu olan herkesin bu olaya bir cerrah titizliği ile yaklaşması, zihninde virüslü alanları özenle temizlerken, korunması gereken değerleri bütün  bu ağır saldırıya rağmen güvence altına alması gerekiyor. Dediğimiz gibi hedefe konulan sadece belli bir siyasi kadro değil, hedefe konulan gelecek nesillerimizin kafasında şekillenecek olan ahlak duygusudur. Neyin ahlak olup neyin olmadığını karıştırmamız, olayları sapkın bir dedikodu merakıyla izlememiz ve kendimize olan bütün saygı ve inancımızı kaybetmemiz isteniyor.
Toplumun genlerini hedef olan bu kadar tehlikeli bir operasyon karşısında önlem alması gerekenler, olayı en müptezel biçimde seçim malzemesi yapıyorlar. Başbakan meydan meydan dolaşıp kaset dedikodusu yapıyor, toplumun en cahil kesimlerini kışkırtarak oy avcılığı peşine düşüyor.
Cumhurbaşkanı mütebessim bir suratla susuyor, çayını yudumluyor, hanımıyla Köşk dekorasyonu üzerine kafa yoruyor.  Karı-koca Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü Kervan mağazalarının showroom’una çevirmek için birbiriyle yarışıyor. Taşlar, boncuklar, saten kumaşlar…
Bu arada, bütün bir ülkenin kirli çamaşırları ortaya dökülürken, ne hikmetse bir tek AKP’lilerden değil kirli çamaşır, bir kez kullanılmış kâğıt mendil bile düşmüyor. Herkes zinâkar, herkes rüşvetkâr, herkes sahtekâr; bir bunlar pir-ü pâk..
Neye inanalım? Cenab-ı Allah’ın bu kadar geniş bir kavmi beşikteki bebeğinden secdedeki dedesine kusursuz yarattığına mı? İnsani zaaflardan muaf kıldığına mı? Günahlarını ‘götürü usulü’ peşin ödettiğine mi? Dolarla bu kadar haşır neşir olup da dünya nimetleriyle zerre ilgisi olmamak gibi mucizevi bir fitratla halkedildiklerine mi?
Yoksa, ülkemizi her türlü usulle parçalamayı kafaya koymuş karanlık odakların, istihbarat örgütlerinin Tayyip Bey ve adamlarını “şimdilik” koruduğuna mı?
…..
Haksızlık edip de günaha girmemek için kasetlere konu olmuş insanların durumuna da bakmamız icap ediyor.
Öncelikle hangi suçu ve günahı işlemiş olursak olalım, ayıbımızın bu derece ortaya saçılması insan olarak çok ağır bir durum. Güya bu ülkeyi “müslüman” insanlar, “Bir kere de müslüman bir insanı cumhurbaşkanı seçelim” diyenler yönetiyor ve güya dinimiz insan utandırmamayı en büyük hasletlerden biri sayıyor…
Manzaraya bakar mısınız? Kasetler karşında ağzının suyu akan akana…Koskoca Başbakan yardımcısı sırıta sırıta dedikodu yapıyor. Nereden bileyim ben senin de gayr-ı meşrû bir ilişkin olmadığını? Kasetin çıkmadı diye mi? Ya çıkarsa…Yeniçağ gazetesi yazarı Sebahattin Önkibar, sekreterinden çocuk sahibi olan evli bir bakanı defalarca yazdı, Tayyip Bey de, avanesi de duymazdan geldiler…
Kaset skandalı yüzünden istifa etmiş olan MHP yöneticilerinden bir tek Mehmet Ekici’yi şahsen tanırım. “Mehmet Ağabey” diye hitap ettiğim, Ankara’daki gazeteciler olarak yanlışını gördğüğümüz bir insan değildir. Eşi de, kızı ve damadı da saygın insanlardır. Kendisini en son gördüğümde torun sevinci yaşayan klasik bir Türk büyükbabasıydı. Yeni doğan torunundan söz ederken gözleri sevgiyle parlıyor, bir an  önce işi gücü bırakıp torununun yanına gitmek için can atıyordu.
Çalışkan, fakirin halinden anlayan, vicdanı olan bir insandır benim tanıdığım Mehmet Ekici. İnsan ruhunun kendini nelerden yoksun sayıp da bu yoksunluklarını nerelerden ikâme etmeye çalıştığını bilemeyiz. Bizler AKP’liler gibi “Allah’ın seçilmiş kulları” olarak günahlardan muaf yaratılmadığımız için ruhlarımızın derinlerinde ne gibi tuzaklar yattığını da bilemeyiz. Şeytan tarafından nasıl ve ne zaman avlanacağımızı tahmin edebiliriz, ancak bizzat Allah tarafından sınırlanmış olan gücümüz, felaketimizi engellemeye yetmeyebilir.
Mehmet Ekici sonuçta siyasi bir bedel ödedi. Kendisine yakışanı yaptı, “Bana komplo kuruyorlar” çamuruna hiç yatmadan “Türk Milleti’nden özür diliyorum” dedi ve siyasetten çekildi. Bir eş ve bir baba olarak ailesinden de mutlaka özür dilemiştir. Ömrünü siyasete adamış bir insanı bu duruma düşürmek reva mıdır? Evlilik dışı bir ilişkisi olmuş ve bu da ahlaken eleştirilecek bir şeydir diyelim, peki bu insanın görüntülerini internete koyup çoluk çocuğa izletmek nasıl bir ahlaksızlıktır? Böyle bir rezalleten siyasi rant sağlamak, meydanlarda şımarık şımarık bağırıp durmak nasıl bir ahlâksızlıktır? Hem zinayı suç olmaktan çıkarıp, hem de insanların kişisel zaaflarını hedef göstererek oy toplamaya çalışmak nasıl bir ahlâksızlıktır? Mehmet Ekici hatasının hesabını Allah’a ve ailesine verip af dileyebilir ama sizin yatacak yeriniz var mı?
Helin Avşar’ın ince çizme uçlarını ağzına alarak poz veren adam ile karısı, gazeteci kılığında televizyon televizyon gezip “milli değerlerden”, “maneviyattan” söz ederek, cahilliklerine bakmadan siyaseti yönlendirmeye çalışıyorlar. Milli ve manevi değerleri savunmak bu insanlara mı kaldı? Ülkeyi bu hale düşürmek nasıl bir ahlaksızlıktır? Adam ensesti savunan yazılar yazmış, öteki Helin Avşar’a göğüs kıllarını yoldurmuş, bunlar şimdi MHP’yi “ahlak” ve “maneviyat” sınavından geçirmeye kalkışıyor.
Bu ne kadar tehlikeli bir kindir ki hedefe koyduğu siyasetçileri yok ederken hiç bir suçu olmayan eşleri, çocukları, torunları da öğütüyor. Onların toplum içinde ne duruma düşeceklerini hiç düşünmüyor.
Görüntülerde yer alan kadınlar da ayrı bir felaketin içine itiliyor.Teşhir edilen kadınların gerçekte o isimler olup olmadığını bilmiyoruz. Ya garez amacıyla bir başka kadının adı öne sürülüyorsa? Görüntüdeki kadınların doğru kadınlar olduğunu kabul etsek bile, ya bu kadınlar kasetleri izleyen yakınlarının “namus cinayetlerine” kurban giderlerse bunun günahını kim ödeyecek? Seçim meydanlarında ballandıra ballandıra kaset dedikodusu yapan Başbakan mı?
Bu çirkin tezgâhın kaynağı belli ki son iki yıldır bazı siyasi davalara görüntü servisi yapan aynı kaynak. Temelinde yine telefon dinlemeleri yatıyor. Belli ki önce telefonlar dinlenmiş, yapılan konuşmlardan elde edilen bilgilerle teknik takipler yapılmış. Buluşma evleri tespit edilip kayıt cihazları yerleştirilmiş. Bu çapta bir organizasyonun devlet imkanlarını kullanmadan sonuca ulaşması düşünülemez. Allah’a şükür ki devletimizi de “müslüman” AKP yönetiyor(!)
Kayıtlardaki konuşmalardan bazı kadınların olayın içinde oldukları, görüntüsü yayınlanan avanaklara “muhabbet” ortamında bazı şeyler söyletmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Kadınların bir kısmı da tezgâhın içinde değil gibiler. (Burada felaket bir durum daha karşımıza çıkıyor ki o da şu:Tezgâhın içinde olan kadınlar evlerine görüntü kayıt cihazlarının yerleştirilmesine yardımcı oluyorlar diyeleim, peki ya tezgahın içinde olmayanların evine nasıl girilip de bu sistemler kurulabiliyor? Demek ki herkesin evine istediği gibi girip çıkabilen korkunç bir gizli örgütle karşı karşıyayız…)
Kadınların kimisi kendince aşık olmuş, kimisi maddi menfaat temini peşinde, kimisi de güçlü bir erkeğe sığınarak hayatla baş etmeye çalışıyor. Ahlaki zaaf içinde olanı da var, gariban ve çaresiz olanı da. Devlete düşen, hepsine şefkatle ve rehabilite edici bir şekilde yaklaşmaktır, kaset dedikodusu yapmak yerine bu kadınların can güvenliklerini, kişilik haklarını korumaya almaktır. Öncelikle görüntülere konulan küçük çocuğun geleceğini kurtarmaktır…
Diyeceğim ama ülkeyi yönetenlerin kim olduğuna bakınca bu istek pek lüks kaçıyor…
Rasim Ozan Kütahyalı ve karısı bile MHP’ye akıl verme hakkını kendilerinde bulduklarına göre, benim bir-iki kelam etmemde de sakınca yoktur umarım:
MHP’liler, inandıkları değerleri kötü temsil eden isimleri cezalandırmalı, ancak bu alçakça tezgah karşısında inadına partilerine sahip çıkmalı ve 12 Haziran seçimlerinde MHP’ye inadına oy vermelidirler.  
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder